Kaynak: www.aksam.com.tr 11 Nisan 2005 http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/04/11/yazidizi/yazidiziprn1.html
AYTUNÇ ALTINDAL'IN AKŞAM GAZETESİNDE YAYINLANAN ÖNEMLİ YAZI DİZİSİ:
Vatikan'ın gizli yüzü
BU DİZİYE NEDEN BAŞLIYORUZ
Bizim gazetemizde Engin Ardıç'ın giriş yazısıyla başlatılıp sonra yayınlanan 'Marduk geliyor mu' başlıklı diziden sonra (diziyi kaleme alan da) konuyu Türkiye'nin gündemine ilk kez '2012 Marduk'la Randevu' adlı kitabıyla taşımış olan Burak Eldem'di. Bazı gazetelerin bizi takip ederek, arkamızdan koşarak heyecanla konuya bir ucundan girmeye çalıştıklarını gördük. Bu tür konulara az bilgiye dayanılarak girildiğinde olabilecek vahim hataları da o gazetelerin yazılarından anladık. Kafa karışıklığı ve cehalet nedeniyle o gazetelerin dizilerinde birbirinden bağımsız olan birçok konu birbirine karıştırılmış, fikir curcunası yapılmış ve sonunda da ortaya neyi anlatmak istediği belli olmayan yazılar çıkmıştır.Biz bir süre bizim başlattığımız bir konuyu takip etme çabalarının yol açmış olduğu bu anlamsız debelenmeleri izledikten sonra, bari konuların doğrusunu yazalım da okuyucularımız ve meslektaşlarımız bilgilensinler dedik. Gizlenmek istenen tarihin uzman yorumcusu ve Katolik Kilisesi üzerine dünya çapında uzman olan Aytunç Altındal ricamızı kırmadı ve bugün başlayan ve yarını sabırsızlıkla bekleyerek okuyacağınıza emin olduğum bu diziyi kaleme aldı.Eksik bilgiyle heyecanlı bir şekilde meselelerin üstüne atlayan meslektaşlara tavsiyem şudur: Bilin ki gizemlerin tarihi ve anlamı da kendine göre bir bilimdir. Hiç çaba sarf etmeden bir tek Dan Brown'ın kitabını heyecanla okuyup da sonra bilgi sahibi olduğunu zannetmek hem komiktir hem de sizin yaptığınız türde yanlışlar yapmaya iter insanı... Bugün başlayan dizimizi, konu hakkında gerçek bilgi sahibi olmak isteyenlere tavsiye ediyorum.
Serdar Turgut***
Hangisi gerçek İsa mı,
Apollonius mu?
Gerçekte İsa Mesih diye birisi hiçbir zaman varolmadı. Hıristiyanlığın gerçek kurucusu Yahudi asıllı İsa değil, Anadolulu pagan Tyanalı Apollonius'turBu iddia ilk kez İS 217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru Domitian'ın bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna'nın imparatorluk arşivindeki belgeleri vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara hazırlattığı kitapta ortaya atılmıştır. Kitapta, Tyanalı Apollonius'un yardımcısı Ninovalı Damis'e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla mektupları belgeleriyle açıklanmıştı. Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş olan bu kişi, çeşitli mucizeler yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı olarak tanıtılmıştır. Kitapta, Apollonius'un yaşadığı dönemde ve Flavius'un günlerinde 'insan suretindeki tanrı' adıyla tanındığı vurgulanmıştı.
300 kitapta aynı iddia
Nedir ki Apollonius'un yaşamı ve eserleri İS 325 yılında İmparator Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil'de alınan gizli bir kararla Plagiarisma=İntihal yolayla İsa Mesih'e atfedilmiş ve Anadolu Ermiş Kilise tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak tarihten silinmiştir.16. Yüzyıl'da başlayan Reform Hareketi sırasında Apollonius'un yaşamı ve eserleri özelikle Arap bilim adamları tarafından yeniden Batı dünyasına tanıtılmış ve böylece adı yeniden gündeme gelmiştir. Apollonius'un Arapların arasında yaşadığı ve burada Balinius adıyla tanındığı özelikle ünlü matematikçi Razi ve kimyanın kurucusu kabul edilen İbn-i Hayyan tarafından yazılmış olan kitaplarda uzun uzadıya anlatılmıştı.Kilise bütün bu yayınlara karşı Apollonius'un çok tehlikeli bir Okültist=Gizli ilimler üstadı olduğunu ve İsa'dan üstün olmadığını söylemekle yetinmiştir. 20. Yüzyıl'a gelindiğinde yaklaşık 300 kadar kitap yayınlamış ve bunlarda da Apollonius'un Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olduğu belirtilmiştir. 1954'te ABD'de Alice Weston imzalı kitap bu tartışmayı daha da alevlendirmiş ve İncil araştırmalarında tartışılmaz gerçeklik olarak kabul edilen İncil metinlerinin aslında tamamen ilk dönem Kilise Babaları tarafından uydurulmuş yalanlar oldukları ve İsa'nın 'sanal' bir roman kahramanından daha fazla bir anlam ve önemi olamayacağı bilimsel ve arkeolojik bulgularla ilkin akademik çevrelerde sonra da basında tartışılmaya başlanmıştır.
Birebir örtüşen öyküler
Tarihte çok az kitap, yüzyıllar boyu sürecek tartışmaların kaynağı olmuştur. Flavius Philostratus'un yazdığı ya da Damis'in tuttuğu notlardan ve İmparatoriçe Julia Domna'ya iletilen belgelerden derlediği 'Tyanalı Apollonius'un Yaşamı' böyle bir tartışmanın odağı olmuştur. Bu kitapta verilen bilgilere göre, Tyanalı pagan Apollonius'un yaşamı ile Yahudi asıllı İsa Mesih'in yaşamı neredeyse birebir çakışmaktadır.Şöyle ki: Flavius'un yazdığına göre, Apollonius günümüzün takvimiyle hesaplanınca, İ.Ö.4. yılında Tyana kentinde doğmuştur. Tyana, birinci yüzyılda Kapadokya'daki en ünlü ve gelişmiş pagan yerleşim alanlarından biri, belki de birincisiydi. Batısında Galatia (Konya ve çevresi), doğusunda Armenia, güneyde Kilikya, kuzeyde Pontus ile komşuydu. Tyana, günümüzde Niğde'nin Kemerhisar ilçesidir.Tyana, Kilikya Boğazı denilen bir geçitte Pozantı'ya (Podandus) ve oradan da Tarsus ve Adana'ya bağlıydı. Bu iki kentte o dönemde en az Edessa (Urfa) ve Carrhae (Harran'ın 1. yy'daki adı) kadar gelişmiş ve uygarlaşmış kentlerdi. Ama Kapadokyalılar, o yıllarda olduğu gibi, ilginçtir,10. yy'da da gözükara, kaba, dikkafalı, söz dinlemez, cesur gibi sıfatlarla anılıyorlardı. Öyle ki, 10.yy'da saray geleneğinde Kapadokyalı demek sert, hoyrat, kabadayı demek anlamına geliyordu.Apollonius'un doğum tarihi ile İsa'nın doğum tarihi, kuvvetle muhtemelen aynıdır. Katolik Kilisesi ile diğer kiliseler arasında bu konuda da sorun vardır.
Tarsus'ta eğitim gördü
Flavius'un kitabından öğrendiğimize göre Apollonius, çok varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğudur. Ataları Tyana'nın kurucularındandır. İyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğine ailesinin isteği üzerine o dönemde eğitim merkezi sayılan Tarsus'a gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo'ya bağlı kişilerle tanışmış ve onların öğrencisi olmuştur. Aynı yıllarda, daha genç olarak Aziz Paul da Tarsus'ta eğitim ve öğrenim görüyordu. Bir Yahudi Farisi mezhebinin öğretilerine göre, diğeri de Roma İmparatorluğu'nun asli dinsel sistematiği olan Paganizm'e göre eğitilmişlerdi. Aziz Paul da Tarsus'un yerlisi, zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş bir çocuğuydu. Daha sonraki hayatında kendisini, tutucu Farisiler'in 'en' tutucu Farisisi olarak tanımlamıştır. Apollonius ile Paul'un Tarsus'ta tanışıp tartışmış olmaları muhtemeldir. Ancak kesinlikle 'Olmamıştır' denilebilecek bir gerçek vardır. İkisi de, tüm yaşamları boyunca İsa'yı hiç görmemiş ve tanımamıştır.
Lazarus'un dirilmesi
Aziz Paul ileriki yaşlarında, başlangıçta çok karşı olduğu, İsa Mesih olayını yaymayı üslenmiş ve dört Evangelist'in Gospeller'ini vaaz etmeye başlamıştır. İlginç olan, şu ünlü Lazarus olayıdır. Dördüncü Gospel'in yazarı John -ki bunu onun yazdığı belli değildir- İsa'nın Lazarus adlı bir genci 'öldükten sonra dirilttiğini' yazmıştır. (Not: Neredeyse bu Lazarus ve diğer 'sözde' dirilenler, daha sonra tekrar ölmüşler ve bu kez yanlarında İsa olmadığı için, bir daha dirilmek şansını yakalayamamışlardır.)Bu masalda garip olan, John'un son Evangelist olması ve Gospeli'ni İsa'nın ölümünden (İS yaklaşık 27-29 yılları) 60 yıl kadar sonra yazmış olmasıdır. Oysa Claude-Carrierre'nin de belirtiği gibi, ilk Gospel'in yazarı Matthew, İsa'nın hep yanında yer almıştı. Her zaman onunla beraber olmuş, her zaman ona yakın olmuştu ama kendi Gospeli'nde, böylesine inanılmaz bir olaydan tek satırla dahi söz etmemişti.İlginçtir ki, Katolik Kilisesi Apollonius'u karalamak için onun 'cinlerle' uğraşan, şifa getirmek amacıyla 'cinleri' kovan bir büyücü olduğunu yüzyıllardır yinelemektedir. Katolik Kilisesi'ne göre Pagan Apollonius, 'cinlerle' konuştuğunu ve onları yönlendirdiğini öne sürmüş bir 'Sahte Şifacı'dır. Nedir ki, o dönemde 'Cin' ilmi (Demonology) ile sadece Paganlar uğraşıyorlardı. Yahudilerde böyle bir uygulama ve inanç yoktu, olamazdı. 'Cin Kovma' (Exorcism) Paganlara özgü bir 'Şifa' yöntemiydi. Bugünkü tanımlarla söylersek bir tür 'Ruhsal Terapi' ve psikolojik danışmanlık ve 'ruhsal sağım'dı.Doğrudur, 1. yy'da bu dalda da en ünlü kişi Apollonius idi. Şaşırtıcı olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın tıpkısı günümüzün Katolik Kilisesi'nde 'resmen' vardır ve rastlantıya bakın ki, yüzyıllardır Kilise'ye bağlı sofu Katolik Papazlar, Kilise'nin gizli bölümlerinde 'cin kovmakla' meşguldüler. Katolik Kilisesi'nde resmen 'Cin Kovma - Cin Çıkarma' dairesi vardır. Ve adı da 'Athenaeum Pontificium Regina Apostolorum'dur. Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan Apollonius'un yaptığı gibi, ruhsal bunalımlar geçirmekte olan hastalarını 'zapt' etmiş olan cinleri (Demos) çıkartmakta ya da kovmaktadırlar. Şu farklı ki, Apollonius bunu Hindistan'da, Mısır'da ve Askelipos'ta öğrendiği yöntemle 'Doğa' adına yapmıştı. Katolik papazlar, Konstantin'in emriyle 'Devlet Tanrısı' yapılmış olan İsa Mesih ve 'O'nun olduğu söylenen Kutsal Kitap İncil adına yapmaktadırlar. Papazlar neyin adınayapsalar da sonuç bir Pagan pratiğinin, Katolik Kilisesi tarafından gasp edilerek kendisine mal edilmiş olduğu gerçeğini değiştiremez.
Tesadüfün bu kadarı
3.yy'da yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius'un hocası Amobius, Apollonius'un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu yazmışlardı. Gerçekten de, İncil'in Yeni Ahit bölümünde anlatılanların neredeyse tamamını Apollonius 'DA' yapmıştır. Garip ama gerçektir ki, Apollonius'un doğumunda da 'mucize' vardır. Apollonius'un doğumunda onun yeryüzüne Apollo'nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş, Philostratus da bunu nakletmiştir. Yazar bunun o dönemin kahinlerinin yaptıklarını/söylediklerini 'Oracle'lardan kaynaklandığını belirtmiştir. Apollonius 'DA' rastlantı bu ya, tıpkı İsa Mesih gibi mabedleri ve tapınakları dolaşmış ve buradaki 'çarpık ve yoz' dinsel öğretileri eleştirmiştir. Bir farkla ki İsa, Yahudi sinagoglarını, Apollonius ise Pagan tapınaklarını gezmiş ve eleştirmiştir. Apollonius 'DA' tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi tefecilerle tartışmış onların insanlara zulüm ve acı getirdiklerini söylemiş ve onların kentlerde ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını istemiştir. İncil'de İsa'nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para masalarını nasıl devirdiği anlatılmaktadır. Apollonius her gittiği kentte bu kişilerle tartışmıştır.Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius 'DA' (Deus Absconditus) insanlara kötü huylarından ve uygulamalarından vazgeçerlerse, kendilerine 'yeni bir yaşam' verileceğini muştulamıştır. Bir farkla ki, İsa bu yeni ve 'ölümsüz' yaşamın kendisinden geleceğini söylemiş -ya da Kilise babaları onun ağzından söylemişler- Apollonius ise bunun Pagan Tanrıları tarafından verileceğini öne sürmüştür.Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da 'Yeryüzünün' tüm inkanlar için olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne 'El' koyamayacağını ve insanları köleleştiremeyeceğini vaaz etmiş ve insanları zalimlere karşı çıkmaya çağırmıştır. Bir farkla ki, İsa Apollonius gibi bu çağrısının arkasında durmamış ve gösterdiği cesaretsizlik nedeniyle Yahudilerin umutla bekledikleri 'Mesih' olabilme şansını yitirmiştir. Apollonius ise zindanda bile çağrısını yinelemekten çekinmemiştir.Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius 'DA' konuştuğu zaman Peygamber ya da W.C. Frend'in deyimiyle bir 'Yasayapıcı' (Lawgiver) gibi konuşmuş ve söylediklerinin uygulanmasını yanlışların düzeltilmesini, hatalardan dönülmesini sağlamak istemiştir. Bir farkla ki, İsa'nın vaaz ettikleri, muhtemelen 10/15 kişi tarafından hayata geçirilmiş, Apollonius'un sözleri ise tüm Pagan dünyasında yankılanmış ve hayata geçirilmiş. Bunların hayata geçirilmesinde, krallar, imparatorlar, Apollonius'un işaret ettiği yanlışların ve hataların düzeltilmesinde ondan sözünü dinleyerek özel emirler ve fermanlar yayınlamışlardır. Örneğin bir Pagan geleneği olan 'kurban' edilmesinin yanlış olduğunu ilk kez Apollonius tarafından dile getirilmişti.
Göze gözükmeyen tanrı
Sözü uzatmaya ve tümünü karşılaştırmaya sanırım gerek yoktur. Zaten karşılaştırmalar, bu dizinin yazarından çok önce, yüzyıllardır tüm ayrıntılarıyla yapılmıştır. Olayın özü şudur: İncil'in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih'e atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil 'İntihal' izlemini vermektedir. Bunların birçoğu, İsa'nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların bir çoğu İsa Mesih tarafından yapılmış işler ve mucizeler değildir. İsa nasıl ki, babasız doğarak 'Baba Tanrı'nın Oğlu' yapılmışsa 'Tanrı Oğlu' yapmak fikri İncil'den en az 1000 yıl önce Hindistan'da ve Mısır'da uygulanan bir gelenekti. Ölü Deniz'de bulunan 'Oumran' belgelerinde İsa'nın da kuvvetle muhtemelen esinlenmiş ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri 'Seherin/Şafak'ın Oğlu/Oğulları' (bene ha-shahar) ile 'Işığın Oğulları' ayırımını yapıyorlardı. Eldeki okunmuş belgelere göre, Esseneler'in Belletici Öğretmeni (maskil) henüzbelirli olgunluğa gelerek/ulaşarak 'Işığın Oğlu' olmamış genç tilmizlere 'Seher'in Oğulları, burada öğreneceklerimizi tamolarak uygularsanız, yeniden yaşam yoluna dönersiniz' diyerek onları uyarırdı, gelenek böyleydi. (and returned to the path of life). Gerçekte İncil'de kendini gizleyen, gözlere gözükmeden İncil'in sayfalarında dolaşan 'Deus Absconditus' (invisible God), göze görünerek bu sayfalarda 'Dolaştırılmış' olan İsa Mesih değil, doğrudan doğruya Apollonius'tur, denilse yanılgı olmaz kanısındayım.
YARIN: 12 MERYEM, 1 İSA
***www.aksam.com.tr http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/04/12/yazidizi/yazidiziprn1.html12 Nisan 2005 AKŞAM
Oniki Meryem bir İsa
İncil'de Meryem Ana'nın yanı sıra başka Meryemlerin de adı geçer. Mecdelli Meryem (Maria Magdalena), Yuhanna'nın annesi Meryem, fahişe Meryem, Betanyalı Meryem ve Mısırlı Meryem ilk akla gelenlerdendir.İncil'de adı geçen tam on Meryem vardır ve bunlardan İsa'nın annesi olarak gösterilen 'Bakire Meryem' dışındakilerin kimlikleri koyu bir sis perdesinin ardına saklanmıştır. Bu on Meryem'den hangisinin Maria Magdalena olduğu da belli değildir. Hatta Maria Magdalena'nın, İsa'yı yetiştirmiş olan bir süt anne olduğu bile iddia edilmiştir.İsa Mesih, annesini dışında tutarsak bu dokuz Meryem'den biriyle gerçekten de evlenmiş miydi acaba? Günümüzde çok bilinen ve tartışılan bu konu Hıristiyanlığın 2000 yılına damgasını vurmuştur. Bu tasarımsal evlilik konusunda daha ilk yüzyıldan başlayarak kitaplara konu olmuş sayısız tartışma yaşanmıştır. Şimdi kısaca bu tartışmalardan bazılarını görelim.
Hangi Meryem?
İlkin İncil'de yer alan şu on Meryem'i görelim. Bunlar sırasıyla, İsa'nın annesi Kutsal Bakire Meryem, Havari James'in annesi Meryem, Evangelist=İncil'in dördüncü kitabının yazarı Yuhanna'nın (John) annesi Meryem, kim olduğu bilinmeyen ve esrarengiz bir kadın olarak kalan ve sadece 'ÖTEKİ' (Other) diye tanıtılan Meryem, fahişe Meryem, Mary Jacoby diye adı ve soyağacıyla belirtilmiş olan Meryem, Maria Magdalena (Mecdelli Meryem), Mark'ın yazdığı ikinci kitapta adı geçen Bethany'li Meryem ve son olarak da Mısırlı Meryem'dir. İlginçtir ki 16.yy'da iki Meryem daha eklenmiştir bu listeye.Şöyle ki, İsa'nın annesi Meryem'in annesi Hannah (Anna) İncil'de anlatıldığına göre kısırdı. Bu aynı zamanda tüm Kutsal Kitap'taki beşinci kısır kadındır. Daha sonra, Tanrı'nın lütfuyla hamile kalıp Meryem'i doğurmuştur. 16.yy'da bu klasik anlatım bir hayli tartışılmış ve bazı din adamları bunun doğru olmadığını, üçüncü yüzyılda uydurulduğunu ve amacın da İsa'nın annesine kutsiyet atfedebilmek için Kutsal Kitap'taki Abraham (İbrahim Peygamber) ve eşi Sarai'yi örnek alarak Hannah'ı da kısır yaptıkları şeklindeki iddiaydı. Özellikle Protestanlığın ilk kuruluş yıllarında ortaya atılan bu iddiaya göre Hannah kısır değil tam tersine üç evlilik yapmış ve her kocasından bir kız çocuk evlat edinmiş ve üçüne de Meryem adını vermişti. İsa'nın annesinin bu hesaba göre kendisinden yaşça çok genç neredeyse İsa ile yaşıt iki de 'Bebek Teyzesi' vardı. Protestanlar bu nedenle Bakire Meryem'e hiçbir kutsiyet atfetmezler ve onun sadece Tanrı'nın 'Biricik' Oğlu'nun yeryüzüne gönderilmesinde kullanılmış bir araç, daha doğrusu bir tekne (=Vessel) olduğunu öne sürerler.
İsa evlendi mi?
Bu oniki Meryem'den Mısırlı ve Bethany'li Meryemler 17.yy'dan itibaren Maria Magdelena ile özdeşleştirilmişler ve bazı din adamlarına göre bu şekilde anılmışlardır. Nedir ki bu konuda tam bir anlaşma sağlanabilmiş değildir. Bunlara ek olarak yine bu oniki içinde yer alan ve toplumsal statüsü itibarıyle Yahudi cemaatinde daha üst bir düzeyde olan Haham Cleophas'ın eşi Meryem vardır. Bu Meryem de İncil araştırmacıları için bir sorundur. Çünkü bunun işte yukarda sözünü ettiğim Hannah'ın üç kızından biri olma olasılığı vardır. Bu durumda İsa'ya en çok karşı çıkan Haham'ın karısı İsa'nın küçük teyzelerinden biri olmaktadır. Özellikle de 20.yy'da yapılan bilimsel araştırmalara göre İsa'nın, tabii eğer böyle birisi yaşadıysa evlenmiş olabileceği Meryem'in, Maria Magdelena olması gerektiği konusunda genel bir kabul vardır. Yine de bazı araştırmacılar evlilik adayı olarak Bethany'li Meryem'i de göstermektedirler. Onlara göre Maria Magdalena ile Bethany'li Meryem iki ayrı kadındırlar ve ikisi de İsa ile evlenmek istemişlerdir.
Kadınlara yönelik yasak
Çok gerilere gitmeden çağımızdaki tartışmalara bakarsak İsa'nın 'Evlilik' yapıp yapmadığı sorunu ile doğrudan bağlantılı ilk bilimsel çalışmanın 1970 yılında Protestan ilahiyatcı William E. Phipps tarafından gerçekleştirildiğini görürüz. Bu Protestan ilahiyatcı 20. yy'da İsa'nın evli olup olmadığını sorulayan ve 'Evli' olduğunu öne süren ilk akademisyendir. Prof. Phipps, kitabında ilk dönem Kilise Babaları'nın bu gerçeği örtbas ederek İsa'ya Tanrısal bir görev (Mesihlik) atfedebilmek için onu 'Evlilik ve Kadın' düşmanı gibi takdim ettiklerini iddia etmiştir. Gerçekten de İncil'in Herüstik ve Hermeneutik (iki ayrı bilimsel okuma yöntemi) okumalarında İsa, gerçekte olmadığı ve olamayacağı kadar evlilik aleyhtarı ve kadın düşmanı gibi sunulmuştur. Özellikle de Aziz Pavlus (Paul) tarafından yazılan metinlerde kadınlardan uzak durulması istenmiş ve ilginçtir ki kadınların Kilise'ye geldiklerinde en arkada ve başları ve yüzleri örtülü olarak sessizce oturmaları istenmişti. Yine Aziz Paul'un koyduğu bir kurala göre kadınların kutsal metinlere el sürmeleri ve kutsal kabul edilen objelere yaklaşmaları yasaklanmıştı. Bu öylesine sert uygulanmıştı ki, Hıristiyan kadınlar yüzyıllarca İncil'i okuyamamışlar ve ona el sürememişlerdi. Bu saçma yasağı kaldıran ilginçtir ki eşlerini öldürmekle ünlenmiş olan İngiltere Kralı VIII. Henry olmuştu. VIII. Henry, Katolik Kilisesi ile bağlarını kopartarak bağımsız bir Kral olabilmek için mücadele etmişti ve ilk kez bu kral kızını karşısına oturtarak tüm saray mensuplarının önünde Papa'nın yasağını kaldırdığını ve kızının (Elizabeth) İncil'i tutarak okuyacağını açıklamıştır. Böylelikle İncil'in kadınlar tarafından okunabilmesi ilk kez 16.yy'da önce İngiltere'de, sonra da yavaş yavaş Avrupa'da yaygınlaşmıştır!
Örgüt üyesiydi
İncil'de Mecdelli Meryem'in adı, pişman olmuş fahişe olarak geçer. Buna göre, İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra etmekte olan bu kadına rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir süre bakar. Kadın (MM) birden silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa'nın aradıkları arasına katılıverir. Bu İsa'nın mucizelerinden biri olarak gösterilmiştir. Oysa özellikle 1960'dan sonra Harvard'lı ilahiyatçılar bu fahişelik meselesinin de tıpkı diğer bir çok uydurma gibi İncil'e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin'in isteğiyle kararlar almış olan İznik Konsili'yle birlikte eklendiğini saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, bırakın fahişe olmayı, gizli bir ezoterik örgütün 'Baş Rahibelerin'den biriydi. Dahası, İsa'nın bilmediği birçok sırrı bu Meryem İsa'ya aktarmış ve onu hem eğitmiş hem yönlendirmişti. Bu iddia özellikle İngiliz ve Amerikalı kadınlı erkekli çok geniş bir ilahiyatçılar topluluğu tarafından savunulmaktadır. Vatikan ise onların bu istekleri ve iddiaları karşısında şimdilik sessiz kalmayı her zamanki gibi- seçmiş görünmektedir. Yine de İncil'in düzeltilmiş yeni basımının hazırlandığı şu dönemde hiç değilse İsa'nın annesi Meryem'in hamileliği ile ilgili bazı düzeltmelerin yapılacağı tahmin edilmektedir.Mecdelli Meryem'in, fahişe değil gizli bir -Mısır kökenli ve İsis çıkışlı- örgüt üyesi olduğuna dair kanıları güçlendiren belgeler 1947'den sonra bulunan ve/veya ortaya çıkartılan bazı ilk dönem İncillerinden ve yine o yıllarda yazılmış ama Kilise tarafından yok edilmeye çalışılmış olan bazı GNOSTİK İncil'lerden kaynaklanmıştır. Bunların en önemlisi işte bu yeni bulunun 'Mecdelli Meryem İncili'dir. Klasik İncil'de fahişe olarak tanıtılan bu Meryem'in Gnostiklerce yazılmış olan yaşamında bambaşka bir profil vardır. Bu İncillerde Meryem 'Dişil İlkeyi' (Sofya=Hikmet) temsil eden bir tür Bilge Kadın ve Baş Rahibedir. Bu iddia İncil terminolojisi ve literatürü için çok tehlikeli bir belgedir, çünkü İznik Konsili'nde İsa, 'Logos' adı verilerek 'Tanrı'nın Kelamı ve Hikmeti' yapılmıştı. Dolayısıyla dişil ilke 'Eril=Logos' yapılarak İsa'ya mal edilmişti.Bu Gnostik İncil'den sonra 1990'larda bu kez bir de 'Gerçek' Markus İncil'i bulundu. Kısaca 'Markus'un Gizli İncil' diye bilinen bu metinlerde de Bethany'li Meryem'in İsa ile olan ilişkileri anlatılmıştı. Klasik İncil'de anlatılandan çok farklı olan bu anlatımda ayrıca 'Öteki' diye adlandırılan kişi olan esrarengiz Meryem'in İsa'ya yardım için uzak bir yerden gönderildiği şeklinde pasajlar vardır.Kısacası klasik anlatımda yer alan fahişelik olayı 'Kadın Düşmanı' Kilise Babaları'nın bir uydurmasıdır, diyebiliriz. Kaldı ki, kesin olan, Mecdelli Meryem'in ve/veya Bethany'li Meryem'in İsa'nın gömüldükten sonra mezarının 'Boş' olduğunu gören ilk kişi olduğudur. Gnostik yazarlara göre ise Üç Meryem bunu birlikte görmüşlerdir. Üçüncüsü Havari James'in annesi Meryem'dir. Bu sonucu Meryem'in ardında İncil'deki 'En' esrarengiz kişi sayılan zengin ve kültürlü bir Yahudi vardır. Bu esrarengiz adam, Joseph Arimeteadır. Gerçekte İsa'nın gömülmesi için yapılan mezar bu adama aitti ve Meryemler'in 'Boş' buldukları mezar buydu -çünkü Joseph Arimetea ölmemişti ve İsa'nın bedenini Çarmıh'tan indirme hakkını Romalı garnizon komutanı ona vermişti...
Kilit adam: ARİMETEA
Joseph Arimetea'yı ilginç ve esrarengiz yapan husus adının Havariler arasında geçmemesine rağmen Dört İncil'de de (Gospellerde) tartışmasız geçmesi ve dördünde de hiçbir değişiklik yapılmadan aynı şekilde zikredilmesindedir.Adıyla ve sanıyla anlatılan bu adam kimdi? Romalı Komutan, İsa'nın Çarmıh'tan indirilme hakkını -bu o dönemde çok önemliydi- niçin İsa'nın annesine veya Havarilere değil de bu adama vermişti? Bu sorular çok önemlidir. Çünkü İsa'nın Çarmıh'tan erken ve henüz ÖLMEMİŞKEN indirilmiş olması olasılığı vardır. Bunu bilen tek kişi işte bu Arimetea idi. İlginç olan Arimetea'nın İsa'yı idama gönderen Yahudi Yaşlı Yargıçlar Kurulu Sanhedrin'in 'En Saygın' Başdanışmanı olmasıdır! Gnostik İnciller'e göre, Arimetea, İsa'yı henüz ölmeden Çarmıh'tan indirmiş ve İsa kendisine çok gizli bir sır vererek onun bu sırra uygun davranmasını istemiştir. İşte bu sır daha sonraki yıllarda Tapınak Şövalyeleri'nin ve Gül ve Haç Kardeşliği Örgütü'nün kurulmasına yol açmıştır.
Judas hain değildi
Prof. Phipps'in kitabı 1970'li yıllara damgasını vurmuştu. Bu kitaptan sonra İncil araştırmacıları başka uyduruk eklemelere ve İsa'nın ağzına söyletilmiş yalanlara rastlamaya başladılar. Bunlardan en ilginçi ise 12. Havari diye bilinen Judas Iscariot ile ilgili olandı. İncil'de anlatıldığına göre bu Havari Romalılar'dan 30 gümüş sikke alarak İsa'yı ihbar etmiş ve onun öldürülmesine yol açmıştı. İlahiyatcılar günümüzde bunun kesinlikle yalan ve uydurma olduğunu kanıtlamışlardır. Diğer bir anlatımla Judas, İncil'de anlatıldığı gibi bir hain değildir. Ne Yahudilerden ne de Romalılardan rüşvet almıştır. Onu intihara götüren nedense, İsa'nın Çarmıh'a gerilerek ölmesidir. Judas da diğer Havariler gibi İsa'nın asla ölmeyeceğine çünkü İnsan Üstü olduğuna inanmıştı. Onu intihar ettiren bu derin düş kırıklığıydı. Kilise Babaları ise Judas'ı, eski bir kehanet doğrulansın diye 'Hain' ilan etmişlerdi... Tıpkı Mecdelli Meryem'i de 'Fahişe' ilan ettikleri gibi...
Yarın: Kutsal Kase'nin sırrı
***www.aksam.com.tr http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/04/13/yazidizi/yazidiziprn1.html
13 Nisan 2005 AKŞAM
Kutsal Kase'nin sırrı
Nedendir bilinmez, İsa Mesih'i Çarmıh'tan indiren ve onu 'Beşeri' haliyle son gören ve ona dokunan kişi Joseph Arimetea olduğu halde kendisi Katolik Kilisesi tarafından 'Aziz' ilan edilmemiştir. Oysa İsa'yı görmüş ve konuşmuş olduğu varsayılan kişiler bile geçen yüzyıllar içinde Aziz yapılmışlardı. Katolik Kilisesi'nin Index'inde 10.000'den fazla Aziz ve Azize vardır... Benzer şekilde Meryemler'den de sadece ikisi (Bakire ve Mecdelli) Azize ilan edilmişler, diğerleri görmezlikten gelinmiştir.İsa ile aynı dönemde yaşamış olan Gnostiklere göre İsa son nefesini vermeden Arimetea'ya çok gizli bir sır aktarmıştır. Gnostik İnciller'de anlatıldığına göre bu sır İsa'nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu nedenle bir 'Keşke' (Graal) alıp İsa'nın böğründen akmakta olan kanın bir kısmını toplamıştır. Ancka yine aynı kaynaklara göre İsa, Arimetea'ya eşini (Mecdelli Meryem) ve çocuğunu alarak uzak bir ülkeye götürmesini istemiştir. Bunun üzerine Arimetea yanındakilerle birlikte çok uzağa İngiltere'ye gitmiş ve burada ilginçtir ki Evelach ve/veya Mordrains adlı soylular tarafından korunmuştur. Bu kişiler aynı zamanda 'Kase'yi saklamak için bir manastır inşa ettirmişler ve 'Kase'nin bekçisi olarak da Arimetea'nın kayınbiraderi Brons'u 'Baş Gardiyan/Koruyucu' olarak atamışlardır. Bu bekçilik görevi daha sonra Brons'un oğlu Allain'e geçmiş ve bu kişi de Corberic'de bir şatoya saklamıştır Kutsal Kan Kasesi'ni. İşte bu şatodan yetişen Kral Arthur ve Şövalyeleri Kase'ye sahip oldukları için İnsan-Üstü işler yapmışlar ve ilk 'Gizli' Kardeşlik örgütünü kurmuşlardır.Buraya kadar anlatılanlar Kutsal Kase Efsanesi'nin Batı'daki versiyonudur. Oysa bu efsane ilginçtir ki, 12. yy'da İspanya'da/Toledo'da ortaya çıkmıştı ilk kez. Ve şaşırtıcı gelebilir ama İran/Fars kaynaklı bir kitapta yer almıştır. Efsaneyi Batı'ya taşıyanlar ünlü Tapınak Şövalyeleri olmuştu.Muhtemelen XI. yy'ın sonlarında Toledo'ya getirilen bu Farsca efsane, Latince'ye çevrilmiş ve 'Flegitanis' adlı gerçekte var olmayan bir Katolik'e mal edilmişti. Gül ve Haç Kardeşliği gizli örgütünün 'İmparator' statüsündeki Üstadı (1950'lerde) Lewis Harvey Spence'in yaptığı açıklamaya göre kitabın özgün adı Farsça olarak 'Felekedaneh' idi.İşte bu Cabiri geleneği, Ege ve Batı Anadolu'daki en eski ve etkili okült sitematiğiydi. Haçlı seferleri sırasında ve sonrasında Cabiri 'Sırları' (mysteries) Batı'ya Tapınak Şövalyeleri aracılığıyla taşındı. İlkin Gül ve Haç Kardeşliği örgütü bu sırların çoğunluğuna sahipti, sonra bu örgütün üst üyeleri Masonluk'taki 'Spekülatif ve Operatif' Mason Localarını kurdular. Ünlü din adamı ve okült uzmanı Rev. George Oliver'in 'History of İnitiation' adlı kitabında yazdığına göre özellikle Fransız Masonluğu -Büyük Doğu Locası- tam anlamıyla Cabiri geleneğine göre kurulmuş ve yönetilmişti. Cabiri geleneğinin sembolleri beyaz önlük, çekiç ve demir örstür ve bu asli semboller günümüzün Masonları tarafından da kullanılmaktadırlar.
İsa çiçektir, gül ve Haç'tadır
Gül ve Haç Örgütü'nden daha önce söz etmiş ve 20. yüzyılda bu örgüte üye olmuş ya da bağlantı kurmuş en az bir papa bulunduğunu söylemiştim. Bu Papa'yı tanıtmadan önce Gül ve Haç sembolizminin Hıristiyan Ezoterizmindeki (Batınilik, gizli öğreti) yerine bakalım.İsa Çarmıh'a gerildiği zaman hemen ölmemişti. Büyük bir ıstırap çekiyordu. Bunu gören bir asker dayanamayıp mızrağıyla İsa'nın böğrüne bir darbe vurmuştu. Askerin amacı İsa'nın daha fazla acı çekmeden bir an önce ölmesini sağlamaktı. İsa'nın böğründen akan kan, ayaklarından ve ellerinden çivilenmiş olduğu Haç'ın dibine damlamış ve inanca göre İsa'nın kannın damladığı Haç'ın dibinde birdenbire Güller yeşermeye başlamıştı. İşte bu gül ve kan İsa'nın tensel canıydı. İsa bir çiçek olmuş ve açmıştı. Bu olayda kuşkusuz Haç da önemli bir anlama sahipti. Çünkü Haç olmasaydı İsa'nın karnının Gül'e dönüştüğü de bilinemeyecekti.Ama bu anlatım Gül ve Haç konusundaki sayısız söylenceden sadece biri, belki de en çok kabul görmüş olanıdır. Başka değerlendirmeler de vardı. Ünlü Ezoterist Arthur Edward Waite'ın anlattığına göre Gül, İsa'nın kanı olmasının yanı sıra, Haç'ın esrarengiz mesajını iletmek için kullandığı ışıktır. Yine aynı kaynağa göre Gül, Grekçe 'Çiğ Damlası' demektir ve bu haliyle de İsa'nın Hıristiyan Gnostisizmindeki (Rafızilik) sembolüdür. Aynı zamanda Gül, Ortaçağ'daki yazılışıyla RAS (Rose) Kelam demektir ve sayısal değeri itibarıyle de R= 200; O= 75, S= 90 ve Rose= 365'i vermektedir. Bu nedenle günümüzde kullanılan takvim sistemini kuran Papa Gregory tarafından bir YIL'ın 365 gün olması uygun görülmüştür. Böylelikle İsa'nın yılın her gününe damgasını vurması sağlanmıştır. Bu sistematikte İsa yine Çiçek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü NAZARETH kentinden geldiği için kendisine Nazarenli İsa denilen Tanrı'nın oğlu, Nazareth, Çiçek anlamına geldiği için böyle anılmıştır. İşte Gül ve Haç Örgütü, Gül'ün ve Haç'ın bu türden olağanüstü ve mucizevi yönlerinin bulunduğuna inanmış şövalyeler tarafından II. yüzyılda Kudis'te kurulmuş ve günümüze kadar çeşitli dünya olaylarına karışarak gelmiştir.
Masonik Misyonerliği
Hıristiyanlıktan gizli örgütler İsa'nın çarmıha gerilişinden sonra, hatta bizzat onunla birlikte vardırlar demek mümkündür. Örneğin Spekülatif Masonlar, İsa'nın ilk mason olduğunu düşünürler. Bunun geçmişi daha önce anlattığım Templar Örgütü'ne dayanır. Ve temelinde Essene diye bilinen küçük bir Yahudi cemaati vardır. Ne olduğu ve kim oldukları tam bilinmeyen bu cemaat, iddialara göre İsa'yı yetiştirmiş ve Yahudi Krallığı'na sahip olmak istemişlerdir. Ve yine inanışa göre çok gizli ve esrarengiz bir Suriyeli cemaat, İsa'nın öldürülmesinden sonra bu sıraları saklamış ve Haçlı Seferleri sırasında Templar Şövalyeleri tarafından korunan bu küçük cemaat, Avrupa'ya kaçırılmıştır. Burada gözlerden uzak olsunlar diye İskoçya'ya yerleştirilmiş ve daha sonra da Avrupa'ya giderek Templar'ın yardımıyla 'Masonik Misyonerliği' başlatmışlardır. Böylece iki akım doğmuştur. Bunlardan biri Meryem'e dayandırılan 'Dul Kadının Oğulları' Örgütü, diğeri de Sufi Masonluğu'dur. Her neyse, konumuz bu olmadığı için bunu geçelim ve gelelim günümüzdeki en gizli ve güçlü Katolik örgütü OPUS DEI'ye.
Papa I. John Paul'u tahta oturtan örgüt
İsviçreli parlamenter ve toplumbilimci Jean Ziegler'in dediğine göre OPUS DEI, kendisiyle komünizm kadar mücadele edilmesi gereken, gizli çalışan aşırı sağcı bir harekettir. Ve işte Polonyalı Kardinal, şair ve aktör Karol Wojytla'yı, Papa II. John Paul olarak Vatikan'daki tahta oturtan bu örgüttür.Karol, Papa seçilince Cizvitlerin başı Peter Pedro Arrupe hemen muhalefete başladı. OPUS DEI tarafından seçtirilen Papa'yı tanımamakla tehdit etti. 1983'e kadar Cizvitler II. John Paul'a karşı muhalefet ettiler. Bu arada Papa'ya suikastlar düzenlendi. Portekiz'de oturan Arrupe'nin taraftarı bir papaz, Papa'yı tahtında otururken bıçakla saldırarak öldürmek istedi. Papa ise OPUS DEI Vatikan'da tüm dizginleri eline alıncaya kadar bekledi. 1983'te Cizvitlere karşı taarruza başladı. Kişisel yetkisini kullanarak Cizvitlere yeni bir önder seçilmesini sağladı. Bu, 54 yaşındaki Hollandalı Cizvit Hans Kolvenbach'dı. Bu seçimde Papa'nın adamı diye bilinen Kolvenbach'ın seçilmesi Cizvitleri yeniden ateşledi. Bu kez doğrudan OPUS DEI'yi, aynen, Katolik Kilisesi'ndeki mason locaları olarak tanımladılar. Buna karşılık Papa da onları Latin Amerika'da Marksistelrele dayanışma halinde olmakla suçladı. Papa bir risale yayınlayarak Marksizm'i kınadı. Cizvitler de buna karşı Papa'nın Latin Amerika'daki kapitalist sömürüyü, adaletsizlikleri ve işkenceleri görmezden gelmekte oludğunu ve yoksulları insan yerine koymadığını vurguladılar. Konu daha sonra insan hakları tartışmalarına geldi. Cizvitler ısrarla insan haklarını savundular. Papa da köşeye sıkışınca Vatikan'ın daima insan haklarından yana olduğunu yayınladığı bir risaleyle tekrarladı. Tartışma büyüdü. Bu arada Papa, tarihte ilk kez olarak doğrudan OPUS DEI üyesi olduğu açıklanmış olan bir gazeteciyi, 48 yaşındaki ABC gazetesinin Roma muhabiri İspanyol asıllı Jaquin Navorro-Valls'ı Vatikan'ın basın sözcüsü yaptı. Böylelikle sadece kardinallere ayrılmış olan böylesine önemli bir göreve tarihte ilk kez din adamı olmayan, laik bir kişi atanmış oldu. Papa, ayrıca, 1984'e kadar Cizvitler tarafından yönetilen Radyo Vatikan'ın başına da laik bir şahsı atamıştı.Gizli Gelenek denildiğinde anlaşılması gereken nedir? İlkin şunu belirtmek gerekiyor: Gizli kavramı (Secret) bu gelenek içinde 'Okült' anlamında kullanılmıştır. Katolik Kilisesi'nin vahşi saldırılarına maruz kalmış olan alşimist, hermetist, okültist ve ezoteristler 'Gizli' anlamına gelen 'Okült' sözcüğünü kullanmaktan çekinmişler ve bunun yerine sır anlamına gelen 'Secret' sözcüğünü kullanmışlardı.Gelenek sözcüğü de benzer şekilde 'Hafifletilmişti'! Burada 'Gelenek' derken toplumda bilinen ve anlaşılan anlamıyla 'Gelenek' kast edilmiyordu; kast edilen 'Kabala' idi. (NOT: Kabala, sözcük anlamıyla gelenek demektir). Öyleyse 'Gizli Gelenek' denildiğinde insanlığın ilk dönemlerinden beri uğraştığı 'Okült' uygulamaları ile daha sonraki yüzyıllarda, özelikle de 11. ve 12. yüzyıllardan itibaren gelişen ve içinde Yahudi Kabalismi'nin de yer aldığı tüm yasaklanmış ilim ve bilgi kümeleri kast ediliyordu. Bu en geniş anlamıyla 'Gelenek' (Tradition) okült örgütlerinin anladığı ve kullandığı 'Bilim'di. Bunun için de Helen, Yahudi, Roma, Antik Mısır, Sümer, Babil, Hint ve Çin 'Geleneklerinden' fuzyon yoluyla taşınmış ögeler vardı. Ancak en güçlü etki Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasından gelmişti. Ünlü Baküs, Ceres, Cybele ve Eleusis, Samothrace kültürlerindeki okültik, hermetik, ezoterik, alşimist uygulamalar bir sentez halinde belirli bir tarikat/örgüt tarafından günümüze kadar intikal ettirilmişti. Bu gizli tarikat 'Cabiriler' adıyla tanınmıştı. Başta Heredot ve Çiçero olmak üzere birçok yazar Cabiri Kültürü hakkında uzun tanıtımlar yazmışlardı. Nedir ki ilk kez 1888 yılında bu kültürün tapınağına ve tanrılarının izine ulaşılabilmişti. Thebes'de yapılan kazılarda Cabiri kültürünün tanrılarından biri olan ve Heredot tarafından 'En Güçlü Büyücü' diye tanımlanan Caberios'un heykeli bulunmuştur.Gizli Geleneğin, Yahudi Kabalizmi dahil her yönüyle uğraşan ve sadece soyluların, zenginlerin ve bilim adamlarının üye olabildikleri ilk 'Açık' Gnostik-Hıristiyan tarikat ve locaları 1767'den itibaren peş peşe açılmaya başlandı. Bunlar tamamen Cabiri Geleneğine uygun, en eski kültür ve kült uygulamalarının taşıyıcıları oldukları bilinen özel örgütlerdi. Krallar, başta II. Frederick, Prensler, başta Thurm und Taxis, soylular ve zengnler bu örgütlere üye olmkuşlardı. Bu dört örgüt şunlardır: 1767'de Avusturya'da Habsburg Hanedan'ının himayesinde kurulan, 'The Academy of the Ancients and of the Mysteries'; 1780'de kurulan 'The Knights of the True Light': aynı yıl Almanya'da Rosicrucian'nın üyeleri tarafından kurulan 'The Order of Jerusalem' ve 1783'de Paris'te açılmış olan, 'The Society of the Universal Auora'. Bu tarikat ve localar, tüm Avrupa'da sadece 'Manevi' planda değil, Kilise-Karşıtı tüm faaliyetlerde başrolde yer almışlar ve Gnostik Hıristiyanlığın yerleştirilmesini yemin etmişlerdir. Ünlü Mesmer, İsveç'teki en etkili Kilise'yi kuran Swedenborg, Fransız şifacı St. Martin, ünlü Pasqually, Willermoz ve örneğin geçmişteki Lavatar ve Eckartshausen gibi mistikler de dahil, adları 17, 18, 19, yüzyıllarda ünlenmiş bir çok entelektüel bugünkü kAvrupa Birliği'nin, 'Kültür Mirasına' işte bu tip gizli örgütler aracılığıyla yön vermişlerdir. Bunlardan bazıları bu gizli örgütlere, 6 yaşındayken 'İnisye' edilmişler ve çok gizli, çok özel bilgilerle donatılmışlardı.
Son söz
Yeraltı okült örgütlerinde sır 'Mystery' anlamında kullanılır, sadece saklanması gereken örgütle ilgili bir bilgi değildir. Bu örgütlerde 'Mystery' kişilerle ilgili değil, 'Uhrevi' bir güçe atfen 'Sır' olarak saklanmaktadır. Örneğin Büyü, Gözgörü, Sihir vb. gibi okültik uygulamaların sonsal kaynağı Tanrı ya da onun yerine kaim edilmiş bir 'Süper Güçtür'. Gizlilik ise, işte bu anlamda anlaşılan 'Mystery'nin (Sırrın) kimseye fark ettirmeden, 'Gizlilik' (Clandestine) içinde toplum(lar)a uygulanması ya da enjekte edilmesi faaliyetidir.Örneğin Komünizm döneminde SSCB'de 'Okült' ilimleri ile ilgili 'Sırlar' bilimsel araştırma 'Konuları' başlığı altında 'Üst tasarım' sahipleri tarafından hayata geçiriliyordu. Daha doyurucu bir örneği İngiltere'den verebiliriz. İrlandalı ünlü yazar George Russel ve dünyaca ünlü şair William Butler Yeats, gizli bir örgütün üyesiydiler. Yeats 1886'da Gül ve Haç'ın sürgünlerinden olan Theosophical Society'ye üye olmuştu. (Russell de aynı örgüte üyeydi). Yeats, daha sonra 1890'da 'Hermetic Society of the Golden Dawn' adlı okültik-hermatik örgüte üye yapıldı. Araştırmacı-yazar Michael Edwardes'in yazdığına göre bu iki yazar, 1916'da patlak veren Paskalya Ayaklanmasına, yazdıkları ve söyledikleri okültik bilgilerle 'milli Ruh' katmışlardı. Edwardes'e göre, bu ikili 'Düşşel' bir İrlandalılık Ruhu yaratmışlar ve 1922'de İrlanda Devleti'nin (kısmen) doğmasına yol açmışlardı. Burada açıkça görüleceği üzere, önce 'Spekülatif' sonra 'Operatif' (silahlı mücadele) olan yaşanmıştır. Toparlarsak, yer altı okülit örgütlerinde 'Sır' belirli bir 'Üst Tasarım' oluşturan ve Spekülatif olan bir 'Mystery'dir. Operatif olan ise, verili 'Üst Tasarım'ın öngördüğü tarzda bu 'Mystery'yı 'Gizlilik' içinde topluma aşılamaktır.
Katolik Kilisesi'ni ne bekliyor
Bugün Vatikan kısa adıyla tanınan dini ve seküler kurum gerçekte son 2000 yıldır sayısız entrika ve oyunlarla ayakta durmuştur. Gelip geçmiş olan 264 Papa'dan en az otuz kadarının doğal ölümleriyle ölmedikleri bilinmektedir. Bu Kilise sadece Tyanalı Apollonius'u değil, kendi katı 'Dogmalarına' karşı çıkan herkesi ortadan kaldırtmıştır. Buna karşılık kendi içinde her türlü büyü ve sihir ile uğraşmış papalar da vardır. Örneğin 22. John bunlardan biriydi. Aynı şekilde Katolik kilisesi tarafından lanetlenmiş olan Mason örgütlerine ve benzeri kuruluşlara üye olmuş sayısız Kardinal hatta papalar vardır. Örneğin Türk Papa diye yutturulan 23. John gerçekte Gül ve Haç Örgütü'nün üyesi yapılmıştı -hem de Türkiye'de görevli bulunduğu sırada!Vatikan ile ilgili en ilginç kehanet ise Nostradamus'tan değil doğrudan doğruya Kilise'nin içinden gelmiştir. Bir önceki Papa John Paul I. ileride Vatikan'ın yer değiştireceğini ve muhtemelen yeniden eski ikamatgahı olan LATERAN'a döneceğini ve kendi içinde Doktrinler açısından büyük bir temizlik yapacağını öngörmüştü.Nostradamus'a gelince. Bu Yahudi asıllı 'Kahin' tüm bilgisini başta İbn-i Arabi olmak üzere Arap/Yahudi kaynaklarından almıştı. Bunların arasında Tyanalı Apollonius'un NUCTEMERON diye bilinen 'Şifreli' deyişleri de vardı. Nuctemeron'da yer alan 12 Kehanet ile Nostradamus'unkiler karşılaştırılırsa aralarındaki farklar ve benzerlikler şaşırtıcı sonuçlar verir. Kaldı ki Nostradamus'u 1941'de dünya kamuoyuna tanıtan Karl Haushoffer olmuştu. Alman Gizli Servisi'nde görevli olan bu akademisyen Hitler veNaziler'in 'Manevi' lideri durumundaydı. 1945'te intihar etti.Vatikan bir gayya kuyusudur. Üç günlük bir yazı dizisinde tamamını anlatabilmek olası değildir. Ancak bu kuruma karşı olan Hıristiyanlar günümüzde artık daha etkili çalışmalar yapmaktadırlar. Ve belki inanması güç gelecektir ama tüm bu gruplar arşivlerinde Tyanalı Apollonius'un yazılarını ve eserlerini saklamakta ve üyelerinden bunları okumalarını istemektedirler.
AYTUNÇ ALTINDAL
AYTUNÇ ALTINDAL'IN AKŞAM GAZETESİNDE YAYINLANAN ÖNEMLİ YAZI DİZİSİ:
Vatikan'ın gizli yüzü
BU DİZİYE NEDEN BAŞLIYORUZ
Bizim gazetemizde Engin Ardıç'ın giriş yazısıyla başlatılıp sonra yayınlanan 'Marduk geliyor mu' başlıklı diziden sonra (diziyi kaleme alan da) konuyu Türkiye'nin gündemine ilk kez '2012 Marduk'la Randevu' adlı kitabıyla taşımış olan Burak Eldem'di. Bazı gazetelerin bizi takip ederek, arkamızdan koşarak heyecanla konuya bir ucundan girmeye çalıştıklarını gördük. Bu tür konulara az bilgiye dayanılarak girildiğinde olabilecek vahim hataları da o gazetelerin yazılarından anladık. Kafa karışıklığı ve cehalet nedeniyle o gazetelerin dizilerinde birbirinden bağımsız olan birçok konu birbirine karıştırılmış, fikir curcunası yapılmış ve sonunda da ortaya neyi anlatmak istediği belli olmayan yazılar çıkmıştır.Biz bir süre bizim başlattığımız bir konuyu takip etme çabalarının yol açmış olduğu bu anlamsız debelenmeleri izledikten sonra, bari konuların doğrusunu yazalım da okuyucularımız ve meslektaşlarımız bilgilensinler dedik. Gizlenmek istenen tarihin uzman yorumcusu ve Katolik Kilisesi üzerine dünya çapında uzman olan Aytunç Altındal ricamızı kırmadı ve bugün başlayan ve yarını sabırsızlıkla bekleyerek okuyacağınıza emin olduğum bu diziyi kaleme aldı.Eksik bilgiyle heyecanlı bir şekilde meselelerin üstüne atlayan meslektaşlara tavsiyem şudur: Bilin ki gizemlerin tarihi ve anlamı da kendine göre bir bilimdir. Hiç çaba sarf etmeden bir tek Dan Brown'ın kitabını heyecanla okuyup da sonra bilgi sahibi olduğunu zannetmek hem komiktir hem de sizin yaptığınız türde yanlışlar yapmaya iter insanı... Bugün başlayan dizimizi, konu hakkında gerçek bilgi sahibi olmak isteyenlere tavsiye ediyorum.
Serdar Turgut***
Hangisi gerçek İsa mı,
Apollonius mu?
Gerçekte İsa Mesih diye birisi hiçbir zaman varolmadı. Hıristiyanlığın gerçek kurucusu Yahudi asıllı İsa değil, Anadolulu pagan Tyanalı Apollonius'turBu iddia ilk kez İS 217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru Domitian'ın bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna'nın imparatorluk arşivindeki belgeleri vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara hazırlattığı kitapta ortaya atılmıştır. Kitapta, Tyanalı Apollonius'un yardımcısı Ninovalı Damis'e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla mektupları belgeleriyle açıklanmıştı. Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş olan bu kişi, çeşitli mucizeler yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı olarak tanıtılmıştır. Kitapta, Apollonius'un yaşadığı dönemde ve Flavius'un günlerinde 'insan suretindeki tanrı' adıyla tanındığı vurgulanmıştı.
300 kitapta aynı iddia
Nedir ki Apollonius'un yaşamı ve eserleri İS 325 yılında İmparator Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil'de alınan gizli bir kararla Plagiarisma=İntihal yolayla İsa Mesih'e atfedilmiş ve Anadolu Ermiş Kilise tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak tarihten silinmiştir.16. Yüzyıl'da başlayan Reform Hareketi sırasında Apollonius'un yaşamı ve eserleri özelikle Arap bilim adamları tarafından yeniden Batı dünyasına tanıtılmış ve böylece adı yeniden gündeme gelmiştir. Apollonius'un Arapların arasında yaşadığı ve burada Balinius adıyla tanındığı özelikle ünlü matematikçi Razi ve kimyanın kurucusu kabul edilen İbn-i Hayyan tarafından yazılmış olan kitaplarda uzun uzadıya anlatılmıştı.Kilise bütün bu yayınlara karşı Apollonius'un çok tehlikeli bir Okültist=Gizli ilimler üstadı olduğunu ve İsa'dan üstün olmadığını söylemekle yetinmiştir. 20. Yüzyıl'a gelindiğinde yaklaşık 300 kadar kitap yayınlamış ve bunlarda da Apollonius'un Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olduğu belirtilmiştir. 1954'te ABD'de Alice Weston imzalı kitap bu tartışmayı daha da alevlendirmiş ve İncil araştırmalarında tartışılmaz gerçeklik olarak kabul edilen İncil metinlerinin aslında tamamen ilk dönem Kilise Babaları tarafından uydurulmuş yalanlar oldukları ve İsa'nın 'sanal' bir roman kahramanından daha fazla bir anlam ve önemi olamayacağı bilimsel ve arkeolojik bulgularla ilkin akademik çevrelerde sonra da basında tartışılmaya başlanmıştır.
Birebir örtüşen öyküler
Tarihte çok az kitap, yüzyıllar boyu sürecek tartışmaların kaynağı olmuştur. Flavius Philostratus'un yazdığı ya da Damis'in tuttuğu notlardan ve İmparatoriçe Julia Domna'ya iletilen belgelerden derlediği 'Tyanalı Apollonius'un Yaşamı' böyle bir tartışmanın odağı olmuştur. Bu kitapta verilen bilgilere göre, Tyanalı pagan Apollonius'un yaşamı ile Yahudi asıllı İsa Mesih'in yaşamı neredeyse birebir çakışmaktadır.Şöyle ki: Flavius'un yazdığına göre, Apollonius günümüzün takvimiyle hesaplanınca, İ.Ö.4. yılında Tyana kentinde doğmuştur. Tyana, birinci yüzyılda Kapadokya'daki en ünlü ve gelişmiş pagan yerleşim alanlarından biri, belki de birincisiydi. Batısında Galatia (Konya ve çevresi), doğusunda Armenia, güneyde Kilikya, kuzeyde Pontus ile komşuydu. Tyana, günümüzde Niğde'nin Kemerhisar ilçesidir.Tyana, Kilikya Boğazı denilen bir geçitte Pozantı'ya (Podandus) ve oradan da Tarsus ve Adana'ya bağlıydı. Bu iki kentte o dönemde en az Edessa (Urfa) ve Carrhae (Harran'ın 1. yy'daki adı) kadar gelişmiş ve uygarlaşmış kentlerdi. Ama Kapadokyalılar, o yıllarda olduğu gibi, ilginçtir,10. yy'da da gözükara, kaba, dikkafalı, söz dinlemez, cesur gibi sıfatlarla anılıyorlardı. Öyle ki, 10.yy'da saray geleneğinde Kapadokyalı demek sert, hoyrat, kabadayı demek anlamına geliyordu.Apollonius'un doğum tarihi ile İsa'nın doğum tarihi, kuvvetle muhtemelen aynıdır. Katolik Kilisesi ile diğer kiliseler arasında bu konuda da sorun vardır.
Tarsus'ta eğitim gördü
Flavius'un kitabından öğrendiğimize göre Apollonius, çok varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğudur. Ataları Tyana'nın kurucularındandır. İyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğine ailesinin isteği üzerine o dönemde eğitim merkezi sayılan Tarsus'a gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo'ya bağlı kişilerle tanışmış ve onların öğrencisi olmuştur. Aynı yıllarda, daha genç olarak Aziz Paul da Tarsus'ta eğitim ve öğrenim görüyordu. Bir Yahudi Farisi mezhebinin öğretilerine göre, diğeri de Roma İmparatorluğu'nun asli dinsel sistematiği olan Paganizm'e göre eğitilmişlerdi. Aziz Paul da Tarsus'un yerlisi, zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş bir çocuğuydu. Daha sonraki hayatında kendisini, tutucu Farisiler'in 'en' tutucu Farisisi olarak tanımlamıştır. Apollonius ile Paul'un Tarsus'ta tanışıp tartışmış olmaları muhtemeldir. Ancak kesinlikle 'Olmamıştır' denilebilecek bir gerçek vardır. İkisi de, tüm yaşamları boyunca İsa'yı hiç görmemiş ve tanımamıştır.
Lazarus'un dirilmesi
Aziz Paul ileriki yaşlarında, başlangıçta çok karşı olduğu, İsa Mesih olayını yaymayı üslenmiş ve dört Evangelist'in Gospeller'ini vaaz etmeye başlamıştır. İlginç olan, şu ünlü Lazarus olayıdır. Dördüncü Gospel'in yazarı John -ki bunu onun yazdığı belli değildir- İsa'nın Lazarus adlı bir genci 'öldükten sonra dirilttiğini' yazmıştır. (Not: Neredeyse bu Lazarus ve diğer 'sözde' dirilenler, daha sonra tekrar ölmüşler ve bu kez yanlarında İsa olmadığı için, bir daha dirilmek şansını yakalayamamışlardır.)Bu masalda garip olan, John'un son Evangelist olması ve Gospeli'ni İsa'nın ölümünden (İS yaklaşık 27-29 yılları) 60 yıl kadar sonra yazmış olmasıdır. Oysa Claude-Carrierre'nin de belirtiği gibi, ilk Gospel'in yazarı Matthew, İsa'nın hep yanında yer almıştı. Her zaman onunla beraber olmuş, her zaman ona yakın olmuştu ama kendi Gospeli'nde, böylesine inanılmaz bir olaydan tek satırla dahi söz etmemişti.İlginçtir ki, Katolik Kilisesi Apollonius'u karalamak için onun 'cinlerle' uğraşan, şifa getirmek amacıyla 'cinleri' kovan bir büyücü olduğunu yüzyıllardır yinelemektedir. Katolik Kilisesi'ne göre Pagan Apollonius, 'cinlerle' konuştuğunu ve onları yönlendirdiğini öne sürmüş bir 'Sahte Şifacı'dır. Nedir ki, o dönemde 'Cin' ilmi (Demonology) ile sadece Paganlar uğraşıyorlardı. Yahudilerde böyle bir uygulama ve inanç yoktu, olamazdı. 'Cin Kovma' (Exorcism) Paganlara özgü bir 'Şifa' yöntemiydi. Bugünkü tanımlarla söylersek bir tür 'Ruhsal Terapi' ve psikolojik danışmanlık ve 'ruhsal sağım'dı.Doğrudur, 1. yy'da bu dalda da en ünlü kişi Apollonius idi. Şaşırtıcı olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın tıpkısı günümüzün Katolik Kilisesi'nde 'resmen' vardır ve rastlantıya bakın ki, yüzyıllardır Kilise'ye bağlı sofu Katolik Papazlar, Kilise'nin gizli bölümlerinde 'cin kovmakla' meşguldüler. Katolik Kilisesi'nde resmen 'Cin Kovma - Cin Çıkarma' dairesi vardır. Ve adı da 'Athenaeum Pontificium Regina Apostolorum'dur. Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan Apollonius'un yaptığı gibi, ruhsal bunalımlar geçirmekte olan hastalarını 'zapt' etmiş olan cinleri (Demos) çıkartmakta ya da kovmaktadırlar. Şu farklı ki, Apollonius bunu Hindistan'da, Mısır'da ve Askelipos'ta öğrendiği yöntemle 'Doğa' adına yapmıştı. Katolik papazlar, Konstantin'in emriyle 'Devlet Tanrısı' yapılmış olan İsa Mesih ve 'O'nun olduğu söylenen Kutsal Kitap İncil adına yapmaktadırlar. Papazlar neyin adınayapsalar da sonuç bir Pagan pratiğinin, Katolik Kilisesi tarafından gasp edilerek kendisine mal edilmiş olduğu gerçeğini değiştiremez.
Tesadüfün bu kadarı
3.yy'da yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius'un hocası Amobius, Apollonius'un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu yazmışlardı. Gerçekten de, İncil'in Yeni Ahit bölümünde anlatılanların neredeyse tamamını Apollonius 'DA' yapmıştır. Garip ama gerçektir ki, Apollonius'un doğumunda da 'mucize' vardır. Apollonius'un doğumunda onun yeryüzüne Apollo'nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş, Philostratus da bunu nakletmiştir. Yazar bunun o dönemin kahinlerinin yaptıklarını/söylediklerini 'Oracle'lardan kaynaklandığını belirtmiştir. Apollonius 'DA' rastlantı bu ya, tıpkı İsa Mesih gibi mabedleri ve tapınakları dolaşmış ve buradaki 'çarpık ve yoz' dinsel öğretileri eleştirmiştir. Bir farkla ki İsa, Yahudi sinagoglarını, Apollonius ise Pagan tapınaklarını gezmiş ve eleştirmiştir. Apollonius 'DA' tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi tefecilerle tartışmış onların insanlara zulüm ve acı getirdiklerini söylemiş ve onların kentlerde ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını istemiştir. İncil'de İsa'nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para masalarını nasıl devirdiği anlatılmaktadır. Apollonius her gittiği kentte bu kişilerle tartışmıştır.Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius 'DA' (Deus Absconditus) insanlara kötü huylarından ve uygulamalarından vazgeçerlerse, kendilerine 'yeni bir yaşam' verileceğini muştulamıştır. Bir farkla ki, İsa bu yeni ve 'ölümsüz' yaşamın kendisinden geleceğini söylemiş -ya da Kilise babaları onun ağzından söylemişler- Apollonius ise bunun Pagan Tanrıları tarafından verileceğini öne sürmüştür.Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da 'Yeryüzünün' tüm inkanlar için olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne 'El' koyamayacağını ve insanları köleleştiremeyeceğini vaaz etmiş ve insanları zalimlere karşı çıkmaya çağırmıştır. Bir farkla ki, İsa Apollonius gibi bu çağrısının arkasında durmamış ve gösterdiği cesaretsizlik nedeniyle Yahudilerin umutla bekledikleri 'Mesih' olabilme şansını yitirmiştir. Apollonius ise zindanda bile çağrısını yinelemekten çekinmemiştir.Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius 'DA' konuştuğu zaman Peygamber ya da W.C. Frend'in deyimiyle bir 'Yasayapıcı' (Lawgiver) gibi konuşmuş ve söylediklerinin uygulanmasını yanlışların düzeltilmesini, hatalardan dönülmesini sağlamak istemiştir. Bir farkla ki, İsa'nın vaaz ettikleri, muhtemelen 10/15 kişi tarafından hayata geçirilmiş, Apollonius'un sözleri ise tüm Pagan dünyasında yankılanmış ve hayata geçirilmiş. Bunların hayata geçirilmesinde, krallar, imparatorlar, Apollonius'un işaret ettiği yanlışların ve hataların düzeltilmesinde ondan sözünü dinleyerek özel emirler ve fermanlar yayınlamışlardır. Örneğin bir Pagan geleneği olan 'kurban' edilmesinin yanlış olduğunu ilk kez Apollonius tarafından dile getirilmişti.
Göze gözükmeyen tanrı
Sözü uzatmaya ve tümünü karşılaştırmaya sanırım gerek yoktur. Zaten karşılaştırmalar, bu dizinin yazarından çok önce, yüzyıllardır tüm ayrıntılarıyla yapılmıştır. Olayın özü şudur: İncil'in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih'e atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil 'İntihal' izlemini vermektedir. Bunların birçoğu, İsa'nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların bir çoğu İsa Mesih tarafından yapılmış işler ve mucizeler değildir. İsa nasıl ki, babasız doğarak 'Baba Tanrı'nın Oğlu' yapılmışsa 'Tanrı Oğlu' yapmak fikri İncil'den en az 1000 yıl önce Hindistan'da ve Mısır'da uygulanan bir gelenekti. Ölü Deniz'de bulunan 'Oumran' belgelerinde İsa'nın da kuvvetle muhtemelen esinlenmiş ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri 'Seherin/Şafak'ın Oğlu/Oğulları' (bene ha-shahar) ile 'Işığın Oğulları' ayırımını yapıyorlardı. Eldeki okunmuş belgelere göre, Esseneler'in Belletici Öğretmeni (maskil) henüzbelirli olgunluğa gelerek/ulaşarak 'Işığın Oğlu' olmamış genç tilmizlere 'Seher'in Oğulları, burada öğreneceklerimizi tamolarak uygularsanız, yeniden yaşam yoluna dönersiniz' diyerek onları uyarırdı, gelenek böyleydi. (and returned to the path of life). Gerçekte İncil'de kendini gizleyen, gözlere gözükmeden İncil'in sayfalarında dolaşan 'Deus Absconditus' (invisible God), göze görünerek bu sayfalarda 'Dolaştırılmış' olan İsa Mesih değil, doğrudan doğruya Apollonius'tur, denilse yanılgı olmaz kanısındayım.
YARIN: 12 MERYEM, 1 İSA
***www.aksam.com.tr http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/04/12/yazidizi/yazidiziprn1.html12 Nisan 2005 AKŞAM
Oniki Meryem bir İsa
İncil'de Meryem Ana'nın yanı sıra başka Meryemlerin de adı geçer. Mecdelli Meryem (Maria Magdalena), Yuhanna'nın annesi Meryem, fahişe Meryem, Betanyalı Meryem ve Mısırlı Meryem ilk akla gelenlerdendir.İncil'de adı geçen tam on Meryem vardır ve bunlardan İsa'nın annesi olarak gösterilen 'Bakire Meryem' dışındakilerin kimlikleri koyu bir sis perdesinin ardına saklanmıştır. Bu on Meryem'den hangisinin Maria Magdalena olduğu da belli değildir. Hatta Maria Magdalena'nın, İsa'yı yetiştirmiş olan bir süt anne olduğu bile iddia edilmiştir.İsa Mesih, annesini dışında tutarsak bu dokuz Meryem'den biriyle gerçekten de evlenmiş miydi acaba? Günümüzde çok bilinen ve tartışılan bu konu Hıristiyanlığın 2000 yılına damgasını vurmuştur. Bu tasarımsal evlilik konusunda daha ilk yüzyıldan başlayarak kitaplara konu olmuş sayısız tartışma yaşanmıştır. Şimdi kısaca bu tartışmalardan bazılarını görelim.
Hangi Meryem?
İlkin İncil'de yer alan şu on Meryem'i görelim. Bunlar sırasıyla, İsa'nın annesi Kutsal Bakire Meryem, Havari James'in annesi Meryem, Evangelist=İncil'in dördüncü kitabının yazarı Yuhanna'nın (John) annesi Meryem, kim olduğu bilinmeyen ve esrarengiz bir kadın olarak kalan ve sadece 'ÖTEKİ' (Other) diye tanıtılan Meryem, fahişe Meryem, Mary Jacoby diye adı ve soyağacıyla belirtilmiş olan Meryem, Maria Magdalena (Mecdelli Meryem), Mark'ın yazdığı ikinci kitapta adı geçen Bethany'li Meryem ve son olarak da Mısırlı Meryem'dir. İlginçtir ki 16.yy'da iki Meryem daha eklenmiştir bu listeye.Şöyle ki, İsa'nın annesi Meryem'in annesi Hannah (Anna) İncil'de anlatıldığına göre kısırdı. Bu aynı zamanda tüm Kutsal Kitap'taki beşinci kısır kadındır. Daha sonra, Tanrı'nın lütfuyla hamile kalıp Meryem'i doğurmuştur. 16.yy'da bu klasik anlatım bir hayli tartışılmış ve bazı din adamları bunun doğru olmadığını, üçüncü yüzyılda uydurulduğunu ve amacın da İsa'nın annesine kutsiyet atfedebilmek için Kutsal Kitap'taki Abraham (İbrahim Peygamber) ve eşi Sarai'yi örnek alarak Hannah'ı da kısır yaptıkları şeklindeki iddiaydı. Özellikle Protestanlığın ilk kuruluş yıllarında ortaya atılan bu iddiaya göre Hannah kısır değil tam tersine üç evlilik yapmış ve her kocasından bir kız çocuk evlat edinmiş ve üçüne de Meryem adını vermişti. İsa'nın annesinin bu hesaba göre kendisinden yaşça çok genç neredeyse İsa ile yaşıt iki de 'Bebek Teyzesi' vardı. Protestanlar bu nedenle Bakire Meryem'e hiçbir kutsiyet atfetmezler ve onun sadece Tanrı'nın 'Biricik' Oğlu'nun yeryüzüne gönderilmesinde kullanılmış bir araç, daha doğrusu bir tekne (=Vessel) olduğunu öne sürerler.
İsa evlendi mi?
Bu oniki Meryem'den Mısırlı ve Bethany'li Meryemler 17.yy'dan itibaren Maria Magdelena ile özdeşleştirilmişler ve bazı din adamlarına göre bu şekilde anılmışlardır. Nedir ki bu konuda tam bir anlaşma sağlanabilmiş değildir. Bunlara ek olarak yine bu oniki içinde yer alan ve toplumsal statüsü itibarıyle Yahudi cemaatinde daha üst bir düzeyde olan Haham Cleophas'ın eşi Meryem vardır. Bu Meryem de İncil araştırmacıları için bir sorundur. Çünkü bunun işte yukarda sözünü ettiğim Hannah'ın üç kızından biri olma olasılığı vardır. Bu durumda İsa'ya en çok karşı çıkan Haham'ın karısı İsa'nın küçük teyzelerinden biri olmaktadır. Özellikle de 20.yy'da yapılan bilimsel araştırmalara göre İsa'nın, tabii eğer böyle birisi yaşadıysa evlenmiş olabileceği Meryem'in, Maria Magdelena olması gerektiği konusunda genel bir kabul vardır. Yine de bazı araştırmacılar evlilik adayı olarak Bethany'li Meryem'i de göstermektedirler. Onlara göre Maria Magdalena ile Bethany'li Meryem iki ayrı kadındırlar ve ikisi de İsa ile evlenmek istemişlerdir.
Kadınlara yönelik yasak
Çok gerilere gitmeden çağımızdaki tartışmalara bakarsak İsa'nın 'Evlilik' yapıp yapmadığı sorunu ile doğrudan bağlantılı ilk bilimsel çalışmanın 1970 yılında Protestan ilahiyatcı William E. Phipps tarafından gerçekleştirildiğini görürüz. Bu Protestan ilahiyatcı 20. yy'da İsa'nın evli olup olmadığını sorulayan ve 'Evli' olduğunu öne süren ilk akademisyendir. Prof. Phipps, kitabında ilk dönem Kilise Babaları'nın bu gerçeği örtbas ederek İsa'ya Tanrısal bir görev (Mesihlik) atfedebilmek için onu 'Evlilik ve Kadın' düşmanı gibi takdim ettiklerini iddia etmiştir. Gerçekten de İncil'in Herüstik ve Hermeneutik (iki ayrı bilimsel okuma yöntemi) okumalarında İsa, gerçekte olmadığı ve olamayacağı kadar evlilik aleyhtarı ve kadın düşmanı gibi sunulmuştur. Özellikle de Aziz Pavlus (Paul) tarafından yazılan metinlerde kadınlardan uzak durulması istenmiş ve ilginçtir ki kadınların Kilise'ye geldiklerinde en arkada ve başları ve yüzleri örtülü olarak sessizce oturmaları istenmişti. Yine Aziz Paul'un koyduğu bir kurala göre kadınların kutsal metinlere el sürmeleri ve kutsal kabul edilen objelere yaklaşmaları yasaklanmıştı. Bu öylesine sert uygulanmıştı ki, Hıristiyan kadınlar yüzyıllarca İncil'i okuyamamışlar ve ona el sürememişlerdi. Bu saçma yasağı kaldıran ilginçtir ki eşlerini öldürmekle ünlenmiş olan İngiltere Kralı VIII. Henry olmuştu. VIII. Henry, Katolik Kilisesi ile bağlarını kopartarak bağımsız bir Kral olabilmek için mücadele etmişti ve ilk kez bu kral kızını karşısına oturtarak tüm saray mensuplarının önünde Papa'nın yasağını kaldırdığını ve kızının (Elizabeth) İncil'i tutarak okuyacağını açıklamıştır. Böylelikle İncil'in kadınlar tarafından okunabilmesi ilk kez 16.yy'da önce İngiltere'de, sonra da yavaş yavaş Avrupa'da yaygınlaşmıştır!
Örgüt üyesiydi
İncil'de Mecdelli Meryem'in adı, pişman olmuş fahişe olarak geçer. Buna göre, İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra etmekte olan bu kadına rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir süre bakar. Kadın (MM) birden silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa'nın aradıkları arasına katılıverir. Bu İsa'nın mucizelerinden biri olarak gösterilmiştir. Oysa özellikle 1960'dan sonra Harvard'lı ilahiyatçılar bu fahişelik meselesinin de tıpkı diğer bir çok uydurma gibi İncil'e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin'in isteğiyle kararlar almış olan İznik Konsili'yle birlikte eklendiğini saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, bırakın fahişe olmayı, gizli bir ezoterik örgütün 'Baş Rahibelerin'den biriydi. Dahası, İsa'nın bilmediği birçok sırrı bu Meryem İsa'ya aktarmış ve onu hem eğitmiş hem yönlendirmişti. Bu iddia özellikle İngiliz ve Amerikalı kadınlı erkekli çok geniş bir ilahiyatçılar topluluğu tarafından savunulmaktadır. Vatikan ise onların bu istekleri ve iddiaları karşısında şimdilik sessiz kalmayı her zamanki gibi- seçmiş görünmektedir. Yine de İncil'in düzeltilmiş yeni basımının hazırlandığı şu dönemde hiç değilse İsa'nın annesi Meryem'in hamileliği ile ilgili bazı düzeltmelerin yapılacağı tahmin edilmektedir.Mecdelli Meryem'in, fahişe değil gizli bir -Mısır kökenli ve İsis çıkışlı- örgüt üyesi olduğuna dair kanıları güçlendiren belgeler 1947'den sonra bulunan ve/veya ortaya çıkartılan bazı ilk dönem İncillerinden ve yine o yıllarda yazılmış ama Kilise tarafından yok edilmeye çalışılmış olan bazı GNOSTİK İncil'lerden kaynaklanmıştır. Bunların en önemlisi işte bu yeni bulunun 'Mecdelli Meryem İncili'dir. Klasik İncil'de fahişe olarak tanıtılan bu Meryem'in Gnostiklerce yazılmış olan yaşamında bambaşka bir profil vardır. Bu İncillerde Meryem 'Dişil İlkeyi' (Sofya=Hikmet) temsil eden bir tür Bilge Kadın ve Baş Rahibedir. Bu iddia İncil terminolojisi ve literatürü için çok tehlikeli bir belgedir, çünkü İznik Konsili'nde İsa, 'Logos' adı verilerek 'Tanrı'nın Kelamı ve Hikmeti' yapılmıştı. Dolayısıyla dişil ilke 'Eril=Logos' yapılarak İsa'ya mal edilmişti.Bu Gnostik İncil'den sonra 1990'larda bu kez bir de 'Gerçek' Markus İncil'i bulundu. Kısaca 'Markus'un Gizli İncil' diye bilinen bu metinlerde de Bethany'li Meryem'in İsa ile olan ilişkileri anlatılmıştı. Klasik İncil'de anlatılandan çok farklı olan bu anlatımda ayrıca 'Öteki' diye adlandırılan kişi olan esrarengiz Meryem'in İsa'ya yardım için uzak bir yerden gönderildiği şeklinde pasajlar vardır.Kısacası klasik anlatımda yer alan fahişelik olayı 'Kadın Düşmanı' Kilise Babaları'nın bir uydurmasıdır, diyebiliriz. Kaldı ki, kesin olan, Mecdelli Meryem'in ve/veya Bethany'li Meryem'in İsa'nın gömüldükten sonra mezarının 'Boş' olduğunu gören ilk kişi olduğudur. Gnostik yazarlara göre ise Üç Meryem bunu birlikte görmüşlerdir. Üçüncüsü Havari James'in annesi Meryem'dir. Bu sonucu Meryem'in ardında İncil'deki 'En' esrarengiz kişi sayılan zengin ve kültürlü bir Yahudi vardır. Bu esrarengiz adam, Joseph Arimeteadır. Gerçekte İsa'nın gömülmesi için yapılan mezar bu adama aitti ve Meryemler'in 'Boş' buldukları mezar buydu -çünkü Joseph Arimetea ölmemişti ve İsa'nın bedenini Çarmıh'tan indirme hakkını Romalı garnizon komutanı ona vermişti...
Kilit adam: ARİMETEA
Joseph Arimetea'yı ilginç ve esrarengiz yapan husus adının Havariler arasında geçmemesine rağmen Dört İncil'de de (Gospellerde) tartışmasız geçmesi ve dördünde de hiçbir değişiklik yapılmadan aynı şekilde zikredilmesindedir.Adıyla ve sanıyla anlatılan bu adam kimdi? Romalı Komutan, İsa'nın Çarmıh'tan indirilme hakkını -bu o dönemde çok önemliydi- niçin İsa'nın annesine veya Havarilere değil de bu adama vermişti? Bu sorular çok önemlidir. Çünkü İsa'nın Çarmıh'tan erken ve henüz ÖLMEMİŞKEN indirilmiş olması olasılığı vardır. Bunu bilen tek kişi işte bu Arimetea idi. İlginç olan Arimetea'nın İsa'yı idama gönderen Yahudi Yaşlı Yargıçlar Kurulu Sanhedrin'in 'En Saygın' Başdanışmanı olmasıdır! Gnostik İnciller'e göre, Arimetea, İsa'yı henüz ölmeden Çarmıh'tan indirmiş ve İsa kendisine çok gizli bir sır vererek onun bu sırra uygun davranmasını istemiştir. İşte bu sır daha sonraki yıllarda Tapınak Şövalyeleri'nin ve Gül ve Haç Kardeşliği Örgütü'nün kurulmasına yol açmıştır.
Judas hain değildi
Prof. Phipps'in kitabı 1970'li yıllara damgasını vurmuştu. Bu kitaptan sonra İncil araştırmacıları başka uyduruk eklemelere ve İsa'nın ağzına söyletilmiş yalanlara rastlamaya başladılar. Bunlardan en ilginçi ise 12. Havari diye bilinen Judas Iscariot ile ilgili olandı. İncil'de anlatıldığına göre bu Havari Romalılar'dan 30 gümüş sikke alarak İsa'yı ihbar etmiş ve onun öldürülmesine yol açmıştı. İlahiyatcılar günümüzde bunun kesinlikle yalan ve uydurma olduğunu kanıtlamışlardır. Diğer bir anlatımla Judas, İncil'de anlatıldığı gibi bir hain değildir. Ne Yahudilerden ne de Romalılardan rüşvet almıştır. Onu intihara götüren nedense, İsa'nın Çarmıh'a gerilerek ölmesidir. Judas da diğer Havariler gibi İsa'nın asla ölmeyeceğine çünkü İnsan Üstü olduğuna inanmıştı. Onu intihar ettiren bu derin düş kırıklığıydı. Kilise Babaları ise Judas'ı, eski bir kehanet doğrulansın diye 'Hain' ilan etmişlerdi... Tıpkı Mecdelli Meryem'i de 'Fahişe' ilan ettikleri gibi...
Yarın: Kutsal Kase'nin sırrı
***www.aksam.com.tr http://www.aksam.com.tr/arsiv/aksam/2005/04/13/yazidizi/yazidiziprn1.html
13 Nisan 2005 AKŞAM
Kutsal Kase'nin sırrı
Nedendir bilinmez, İsa Mesih'i Çarmıh'tan indiren ve onu 'Beşeri' haliyle son gören ve ona dokunan kişi Joseph Arimetea olduğu halde kendisi Katolik Kilisesi tarafından 'Aziz' ilan edilmemiştir. Oysa İsa'yı görmüş ve konuşmuş olduğu varsayılan kişiler bile geçen yüzyıllar içinde Aziz yapılmışlardı. Katolik Kilisesi'nin Index'inde 10.000'den fazla Aziz ve Azize vardır... Benzer şekilde Meryemler'den de sadece ikisi (Bakire ve Mecdelli) Azize ilan edilmişler, diğerleri görmezlikten gelinmiştir.İsa ile aynı dönemde yaşamış olan Gnostiklere göre İsa son nefesini vermeden Arimetea'ya çok gizli bir sır aktarmıştır. Gnostik İnciller'de anlatıldığına göre bu sır İsa'nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu nedenle bir 'Keşke' (Graal) alıp İsa'nın böğründen akmakta olan kanın bir kısmını toplamıştır. Ancka yine aynı kaynaklara göre İsa, Arimetea'ya eşini (Mecdelli Meryem) ve çocuğunu alarak uzak bir ülkeye götürmesini istemiştir. Bunun üzerine Arimetea yanındakilerle birlikte çok uzağa İngiltere'ye gitmiş ve burada ilginçtir ki Evelach ve/veya Mordrains adlı soylular tarafından korunmuştur. Bu kişiler aynı zamanda 'Kase'yi saklamak için bir manastır inşa ettirmişler ve 'Kase'nin bekçisi olarak da Arimetea'nın kayınbiraderi Brons'u 'Baş Gardiyan/Koruyucu' olarak atamışlardır. Bu bekçilik görevi daha sonra Brons'un oğlu Allain'e geçmiş ve bu kişi de Corberic'de bir şatoya saklamıştır Kutsal Kan Kasesi'ni. İşte bu şatodan yetişen Kral Arthur ve Şövalyeleri Kase'ye sahip oldukları için İnsan-Üstü işler yapmışlar ve ilk 'Gizli' Kardeşlik örgütünü kurmuşlardır.Buraya kadar anlatılanlar Kutsal Kase Efsanesi'nin Batı'daki versiyonudur. Oysa bu efsane ilginçtir ki, 12. yy'da İspanya'da/Toledo'da ortaya çıkmıştı ilk kez. Ve şaşırtıcı gelebilir ama İran/Fars kaynaklı bir kitapta yer almıştır. Efsaneyi Batı'ya taşıyanlar ünlü Tapınak Şövalyeleri olmuştu.Muhtemelen XI. yy'ın sonlarında Toledo'ya getirilen bu Farsca efsane, Latince'ye çevrilmiş ve 'Flegitanis' adlı gerçekte var olmayan bir Katolik'e mal edilmişti. Gül ve Haç Kardeşliği gizli örgütünün 'İmparator' statüsündeki Üstadı (1950'lerde) Lewis Harvey Spence'in yaptığı açıklamaya göre kitabın özgün adı Farsça olarak 'Felekedaneh' idi.İşte bu Cabiri geleneği, Ege ve Batı Anadolu'daki en eski ve etkili okült sitematiğiydi. Haçlı seferleri sırasında ve sonrasında Cabiri 'Sırları' (mysteries) Batı'ya Tapınak Şövalyeleri aracılığıyla taşındı. İlkin Gül ve Haç Kardeşliği örgütü bu sırların çoğunluğuna sahipti, sonra bu örgütün üst üyeleri Masonluk'taki 'Spekülatif ve Operatif' Mason Localarını kurdular. Ünlü din adamı ve okült uzmanı Rev. George Oliver'in 'History of İnitiation' adlı kitabında yazdığına göre özellikle Fransız Masonluğu -Büyük Doğu Locası- tam anlamıyla Cabiri geleneğine göre kurulmuş ve yönetilmişti. Cabiri geleneğinin sembolleri beyaz önlük, çekiç ve demir örstür ve bu asli semboller günümüzün Masonları tarafından da kullanılmaktadırlar.
İsa çiçektir, gül ve Haç'tadır
Gül ve Haç Örgütü'nden daha önce söz etmiş ve 20. yüzyılda bu örgüte üye olmuş ya da bağlantı kurmuş en az bir papa bulunduğunu söylemiştim. Bu Papa'yı tanıtmadan önce Gül ve Haç sembolizminin Hıristiyan Ezoterizmindeki (Batınilik, gizli öğreti) yerine bakalım.İsa Çarmıh'a gerildiği zaman hemen ölmemişti. Büyük bir ıstırap çekiyordu. Bunu gören bir asker dayanamayıp mızrağıyla İsa'nın böğrüne bir darbe vurmuştu. Askerin amacı İsa'nın daha fazla acı çekmeden bir an önce ölmesini sağlamaktı. İsa'nın böğründen akan kan, ayaklarından ve ellerinden çivilenmiş olduğu Haç'ın dibine damlamış ve inanca göre İsa'nın kannın damladığı Haç'ın dibinde birdenbire Güller yeşermeye başlamıştı. İşte bu gül ve kan İsa'nın tensel canıydı. İsa bir çiçek olmuş ve açmıştı. Bu olayda kuşkusuz Haç da önemli bir anlama sahipti. Çünkü Haç olmasaydı İsa'nın karnının Gül'e dönüştüğü de bilinemeyecekti.Ama bu anlatım Gül ve Haç konusundaki sayısız söylenceden sadece biri, belki de en çok kabul görmüş olanıdır. Başka değerlendirmeler de vardı. Ünlü Ezoterist Arthur Edward Waite'ın anlattığına göre Gül, İsa'nın kanı olmasının yanı sıra, Haç'ın esrarengiz mesajını iletmek için kullandığı ışıktır. Yine aynı kaynağa göre Gül, Grekçe 'Çiğ Damlası' demektir ve bu haliyle de İsa'nın Hıristiyan Gnostisizmindeki (Rafızilik) sembolüdür. Aynı zamanda Gül, Ortaçağ'daki yazılışıyla RAS (Rose) Kelam demektir ve sayısal değeri itibarıyle de R= 200; O= 75, S= 90 ve Rose= 365'i vermektedir. Bu nedenle günümüzde kullanılan takvim sistemini kuran Papa Gregory tarafından bir YIL'ın 365 gün olması uygun görülmüştür. Böylelikle İsa'nın yılın her gününe damgasını vurması sağlanmıştır. Bu sistematikte İsa yine Çiçek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü NAZARETH kentinden geldiği için kendisine Nazarenli İsa denilen Tanrı'nın oğlu, Nazareth, Çiçek anlamına geldiği için böyle anılmıştır. İşte Gül ve Haç Örgütü, Gül'ün ve Haç'ın bu türden olağanüstü ve mucizevi yönlerinin bulunduğuna inanmış şövalyeler tarafından II. yüzyılda Kudis'te kurulmuş ve günümüze kadar çeşitli dünya olaylarına karışarak gelmiştir.
Masonik Misyonerliği
Hıristiyanlıktan gizli örgütler İsa'nın çarmıha gerilişinden sonra, hatta bizzat onunla birlikte vardırlar demek mümkündür. Örneğin Spekülatif Masonlar, İsa'nın ilk mason olduğunu düşünürler. Bunun geçmişi daha önce anlattığım Templar Örgütü'ne dayanır. Ve temelinde Essene diye bilinen küçük bir Yahudi cemaati vardır. Ne olduğu ve kim oldukları tam bilinmeyen bu cemaat, iddialara göre İsa'yı yetiştirmiş ve Yahudi Krallığı'na sahip olmak istemişlerdir. Ve yine inanışa göre çok gizli ve esrarengiz bir Suriyeli cemaat, İsa'nın öldürülmesinden sonra bu sıraları saklamış ve Haçlı Seferleri sırasında Templar Şövalyeleri tarafından korunan bu küçük cemaat, Avrupa'ya kaçırılmıştır. Burada gözlerden uzak olsunlar diye İskoçya'ya yerleştirilmiş ve daha sonra da Avrupa'ya giderek Templar'ın yardımıyla 'Masonik Misyonerliği' başlatmışlardır. Böylece iki akım doğmuştur. Bunlardan biri Meryem'e dayandırılan 'Dul Kadının Oğulları' Örgütü, diğeri de Sufi Masonluğu'dur. Her neyse, konumuz bu olmadığı için bunu geçelim ve gelelim günümüzdeki en gizli ve güçlü Katolik örgütü OPUS DEI'ye.
Papa I. John Paul'u tahta oturtan örgüt
İsviçreli parlamenter ve toplumbilimci Jean Ziegler'in dediğine göre OPUS DEI, kendisiyle komünizm kadar mücadele edilmesi gereken, gizli çalışan aşırı sağcı bir harekettir. Ve işte Polonyalı Kardinal, şair ve aktör Karol Wojytla'yı, Papa II. John Paul olarak Vatikan'daki tahta oturtan bu örgüttür.Karol, Papa seçilince Cizvitlerin başı Peter Pedro Arrupe hemen muhalefete başladı. OPUS DEI tarafından seçtirilen Papa'yı tanımamakla tehdit etti. 1983'e kadar Cizvitler II. John Paul'a karşı muhalefet ettiler. Bu arada Papa'ya suikastlar düzenlendi. Portekiz'de oturan Arrupe'nin taraftarı bir papaz, Papa'yı tahtında otururken bıçakla saldırarak öldürmek istedi. Papa ise OPUS DEI Vatikan'da tüm dizginleri eline alıncaya kadar bekledi. 1983'te Cizvitlere karşı taarruza başladı. Kişisel yetkisini kullanarak Cizvitlere yeni bir önder seçilmesini sağladı. Bu, 54 yaşındaki Hollandalı Cizvit Hans Kolvenbach'dı. Bu seçimde Papa'nın adamı diye bilinen Kolvenbach'ın seçilmesi Cizvitleri yeniden ateşledi. Bu kez doğrudan OPUS DEI'yi, aynen, Katolik Kilisesi'ndeki mason locaları olarak tanımladılar. Buna karşılık Papa da onları Latin Amerika'da Marksistelrele dayanışma halinde olmakla suçladı. Papa bir risale yayınlayarak Marksizm'i kınadı. Cizvitler de buna karşı Papa'nın Latin Amerika'daki kapitalist sömürüyü, adaletsizlikleri ve işkenceleri görmezden gelmekte oludğunu ve yoksulları insan yerine koymadığını vurguladılar. Konu daha sonra insan hakları tartışmalarına geldi. Cizvitler ısrarla insan haklarını savundular. Papa da köşeye sıkışınca Vatikan'ın daima insan haklarından yana olduğunu yayınladığı bir risaleyle tekrarladı. Tartışma büyüdü. Bu arada Papa, tarihte ilk kez olarak doğrudan OPUS DEI üyesi olduğu açıklanmış olan bir gazeteciyi, 48 yaşındaki ABC gazetesinin Roma muhabiri İspanyol asıllı Jaquin Navorro-Valls'ı Vatikan'ın basın sözcüsü yaptı. Böylelikle sadece kardinallere ayrılmış olan böylesine önemli bir göreve tarihte ilk kez din adamı olmayan, laik bir kişi atanmış oldu. Papa, ayrıca, 1984'e kadar Cizvitler tarafından yönetilen Radyo Vatikan'ın başına da laik bir şahsı atamıştı.Gizli Gelenek denildiğinde anlaşılması gereken nedir? İlkin şunu belirtmek gerekiyor: Gizli kavramı (Secret) bu gelenek içinde 'Okült' anlamında kullanılmıştır. Katolik Kilisesi'nin vahşi saldırılarına maruz kalmış olan alşimist, hermetist, okültist ve ezoteristler 'Gizli' anlamına gelen 'Okült' sözcüğünü kullanmaktan çekinmişler ve bunun yerine sır anlamına gelen 'Secret' sözcüğünü kullanmışlardı.Gelenek sözcüğü de benzer şekilde 'Hafifletilmişti'! Burada 'Gelenek' derken toplumda bilinen ve anlaşılan anlamıyla 'Gelenek' kast edilmiyordu; kast edilen 'Kabala' idi. (NOT: Kabala, sözcük anlamıyla gelenek demektir). Öyleyse 'Gizli Gelenek' denildiğinde insanlığın ilk dönemlerinden beri uğraştığı 'Okült' uygulamaları ile daha sonraki yüzyıllarda, özelikle de 11. ve 12. yüzyıllardan itibaren gelişen ve içinde Yahudi Kabalismi'nin de yer aldığı tüm yasaklanmış ilim ve bilgi kümeleri kast ediliyordu. Bu en geniş anlamıyla 'Gelenek' (Tradition) okült örgütlerinin anladığı ve kullandığı 'Bilim'di. Bunun için de Helen, Yahudi, Roma, Antik Mısır, Sümer, Babil, Hint ve Çin 'Geleneklerinden' fuzyon yoluyla taşınmış ögeler vardı. Ancak en güçlü etki Anadolu ve Orta Doğu coğrafyasından gelmişti. Ünlü Baküs, Ceres, Cybele ve Eleusis, Samothrace kültürlerindeki okültik, hermetik, ezoterik, alşimist uygulamalar bir sentez halinde belirli bir tarikat/örgüt tarafından günümüze kadar intikal ettirilmişti. Bu gizli tarikat 'Cabiriler' adıyla tanınmıştı. Başta Heredot ve Çiçero olmak üzere birçok yazar Cabiri Kültürü hakkında uzun tanıtımlar yazmışlardı. Nedir ki ilk kez 1888 yılında bu kültürün tapınağına ve tanrılarının izine ulaşılabilmişti. Thebes'de yapılan kazılarda Cabiri kültürünün tanrılarından biri olan ve Heredot tarafından 'En Güçlü Büyücü' diye tanımlanan Caberios'un heykeli bulunmuştur.Gizli Geleneğin, Yahudi Kabalizmi dahil her yönüyle uğraşan ve sadece soyluların, zenginlerin ve bilim adamlarının üye olabildikleri ilk 'Açık' Gnostik-Hıristiyan tarikat ve locaları 1767'den itibaren peş peşe açılmaya başlandı. Bunlar tamamen Cabiri Geleneğine uygun, en eski kültür ve kült uygulamalarının taşıyıcıları oldukları bilinen özel örgütlerdi. Krallar, başta II. Frederick, Prensler, başta Thurm und Taxis, soylular ve zengnler bu örgütlere üye olmkuşlardı. Bu dört örgüt şunlardır: 1767'de Avusturya'da Habsburg Hanedan'ının himayesinde kurulan, 'The Academy of the Ancients and of the Mysteries'; 1780'de kurulan 'The Knights of the True Light': aynı yıl Almanya'da Rosicrucian'nın üyeleri tarafından kurulan 'The Order of Jerusalem' ve 1783'de Paris'te açılmış olan, 'The Society of the Universal Auora'. Bu tarikat ve localar, tüm Avrupa'da sadece 'Manevi' planda değil, Kilise-Karşıtı tüm faaliyetlerde başrolde yer almışlar ve Gnostik Hıristiyanlığın yerleştirilmesini yemin etmişlerdir. Ünlü Mesmer, İsveç'teki en etkili Kilise'yi kuran Swedenborg, Fransız şifacı St. Martin, ünlü Pasqually, Willermoz ve örneğin geçmişteki Lavatar ve Eckartshausen gibi mistikler de dahil, adları 17, 18, 19, yüzyıllarda ünlenmiş bir çok entelektüel bugünkü kAvrupa Birliği'nin, 'Kültür Mirasına' işte bu tip gizli örgütler aracılığıyla yön vermişlerdir. Bunlardan bazıları bu gizli örgütlere, 6 yaşındayken 'İnisye' edilmişler ve çok gizli, çok özel bilgilerle donatılmışlardı.
Son söz
Yeraltı okült örgütlerinde sır 'Mystery' anlamında kullanılır, sadece saklanması gereken örgütle ilgili bir bilgi değildir. Bu örgütlerde 'Mystery' kişilerle ilgili değil, 'Uhrevi' bir güçe atfen 'Sır' olarak saklanmaktadır. Örneğin Büyü, Gözgörü, Sihir vb. gibi okültik uygulamaların sonsal kaynağı Tanrı ya da onun yerine kaim edilmiş bir 'Süper Güçtür'. Gizlilik ise, işte bu anlamda anlaşılan 'Mystery'nin (Sırrın) kimseye fark ettirmeden, 'Gizlilik' (Clandestine) içinde toplum(lar)a uygulanması ya da enjekte edilmesi faaliyetidir.Örneğin Komünizm döneminde SSCB'de 'Okült' ilimleri ile ilgili 'Sırlar' bilimsel araştırma 'Konuları' başlığı altında 'Üst tasarım' sahipleri tarafından hayata geçiriliyordu. Daha doyurucu bir örneği İngiltere'den verebiliriz. İrlandalı ünlü yazar George Russel ve dünyaca ünlü şair William Butler Yeats, gizli bir örgütün üyesiydiler. Yeats 1886'da Gül ve Haç'ın sürgünlerinden olan Theosophical Society'ye üye olmuştu. (Russell de aynı örgüte üyeydi). Yeats, daha sonra 1890'da 'Hermetic Society of the Golden Dawn' adlı okültik-hermatik örgüte üye yapıldı. Araştırmacı-yazar Michael Edwardes'in yazdığına göre bu iki yazar, 1916'da patlak veren Paskalya Ayaklanmasına, yazdıkları ve söyledikleri okültik bilgilerle 'milli Ruh' katmışlardı. Edwardes'e göre, bu ikili 'Düşşel' bir İrlandalılık Ruhu yaratmışlar ve 1922'de İrlanda Devleti'nin (kısmen) doğmasına yol açmışlardı. Burada açıkça görüleceği üzere, önce 'Spekülatif' sonra 'Operatif' (silahlı mücadele) olan yaşanmıştır. Toparlarsak, yer altı okülit örgütlerinde 'Sır' belirli bir 'Üst Tasarım' oluşturan ve Spekülatif olan bir 'Mystery'dir. Operatif olan ise, verili 'Üst Tasarım'ın öngördüğü tarzda bu 'Mystery'yı 'Gizlilik' içinde topluma aşılamaktır.
Katolik Kilisesi'ni ne bekliyor
Bugün Vatikan kısa adıyla tanınan dini ve seküler kurum gerçekte son 2000 yıldır sayısız entrika ve oyunlarla ayakta durmuştur. Gelip geçmiş olan 264 Papa'dan en az otuz kadarının doğal ölümleriyle ölmedikleri bilinmektedir. Bu Kilise sadece Tyanalı Apollonius'u değil, kendi katı 'Dogmalarına' karşı çıkan herkesi ortadan kaldırtmıştır. Buna karşılık kendi içinde her türlü büyü ve sihir ile uğraşmış papalar da vardır. Örneğin 22. John bunlardan biriydi. Aynı şekilde Katolik kilisesi tarafından lanetlenmiş olan Mason örgütlerine ve benzeri kuruluşlara üye olmuş sayısız Kardinal hatta papalar vardır. Örneğin Türk Papa diye yutturulan 23. John gerçekte Gül ve Haç Örgütü'nün üyesi yapılmıştı -hem de Türkiye'de görevli bulunduğu sırada!Vatikan ile ilgili en ilginç kehanet ise Nostradamus'tan değil doğrudan doğruya Kilise'nin içinden gelmiştir. Bir önceki Papa John Paul I. ileride Vatikan'ın yer değiştireceğini ve muhtemelen yeniden eski ikamatgahı olan LATERAN'a döneceğini ve kendi içinde Doktrinler açısından büyük bir temizlik yapacağını öngörmüştü.Nostradamus'a gelince. Bu Yahudi asıllı 'Kahin' tüm bilgisini başta İbn-i Arabi olmak üzere Arap/Yahudi kaynaklarından almıştı. Bunların arasında Tyanalı Apollonius'un NUCTEMERON diye bilinen 'Şifreli' deyişleri de vardı. Nuctemeron'da yer alan 12 Kehanet ile Nostradamus'unkiler karşılaştırılırsa aralarındaki farklar ve benzerlikler şaşırtıcı sonuçlar verir. Kaldı ki Nostradamus'u 1941'de dünya kamuoyuna tanıtan Karl Haushoffer olmuştu. Alman Gizli Servisi'nde görevli olan bu akademisyen Hitler veNaziler'in 'Manevi' lideri durumundaydı. 1945'te intihar etti.Vatikan bir gayya kuyusudur. Üç günlük bir yazı dizisinde tamamını anlatabilmek olası değildir. Ancak bu kuruma karşı olan Hıristiyanlar günümüzde artık daha etkili çalışmalar yapmaktadırlar. Ve belki inanması güç gelecektir ama tüm bu gruplar arşivlerinde Tyanalı Apollonius'un yazılarını ve eserlerini saklamakta ve üyelerinden bunları okumalarını istemektedirler.
AYTUNÇ ALTINDAL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder