31 Ocak 2019 Perşembe

BİR İNTİHAL DAHA VAR: YILMAZ ÖZDİL'DEN 7. GOL DE GELDİ! PES DOĞRUSU

BİR İNTİHAL DAHA VAR:

YILMAZ ÖZDİL'DEN 7. GOL DE GELDİ! PES DOĞRUSU

https://twitter.com/Ali_Gulerr/status/1090152423891656704


Tarihçi - Yazar - Hacettepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi - Anıtkabir Derneği ve Ankara Karamanlılar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ali Güler, Yılmaz Özdil'in Mustafa Kemal adlı son kitabında kendi çalışmalarından kaynak göstermeden ve defalarca intihal yaptığını açıkladı. 


Twitter'da @ali_gulerr hesabını kullanan Ali Güler'in yazısını ve ilgili kupürleri ekliyorum:



Yılmaz Özdil'in 498 sayfalık kitabında bizim eser ve makalelerimizden alınan ve ismimizden bahsedilmeyen,atıf yapılmayan,kaynakçada gösterilmeyen o kadar çok bilgi ve belge var ki... Sadece çok temel ve bariz olan “aşırmaları” sizlerle paylaşmak istiyorum.Devamı









DÜN YAYINLANAN YAZIMIN DEVAMI... Yılmaz
Özdil'in 498 sayfalık kitabında bizim eser ve makalelerimizden alınan ve ismimizden
bahsedilmeyen,atıf yapılmayan,kaynakçada gösterilmeyen o kadar çok bilgi ve belge var ki.
Sadece çok temel ve bariz olan “aşırmaları” sizlerle paylaşıyorum







BİR İNTİHAL DAHA MI VAR! YUH ARTIK! 6'INCI GOL GELİYOR YILMAZ ÖZDİL'DEN!

BİR İNTİHAL DAHA MI VAR! YUH ARTIK! 6'INCI GOL GELİYOR YILMAZ ÖZDİL'DEN!



https://m.yeniakit.com.tr/yazarlar/zekeriya-say/ac-ac-biletinden-mustafa-kemal-tuccarligina-27276.html



YENİ AKİT GAZETESİ yazarı Zekeriya Say, Yılmaz Özdil'in intihallerini tek tek derlemiş..

Ben de tirsaktaci.blogspot.com sitemde Yılmaz Özdil'in intihallerini derledim.
Sorun bakalım niye?!
Aşağıdaki yazının ilk satırlarında Yılmaz Özdil'in askerdeki bir uyanıklığını anlatırken dalga geçtiği "Gariban Amasyalı asker" var. İşte onun intikamını almak için bütün bunlar ey okur!
Çünkü ben de Amasyalıyım ve o gariban erin intikamı alınmıştır :)
Viva la Amasya!







Zekeriya Say
zekeriyasay@yeniakit.com.tr



“Aç aç bileti”nden, “Mustafa Kemal” tüccarlığına!..


 - 
“Tırışkadan askerdim ama askeri suç dosyam kabarıktır... İlk hapis cezamı, nöbette olmam gereken saatte bando bölüğünde tromboncuyla pinpon oynarken yakalandığım için almıştım. Gariban bi Amasyalıyı kandırıp, onun yerine çarşı iznine çıktığımda da delirmişti üsteğmen, bir hafta ‘disko’ya tıkmıştı beni... Ama en iyi aç aç biletini ben sattığım için, üç günde affettiler.”
Bu satırların yazarı, yani;
Amasyalı bir garibanın “hakkına” girerek onu kendi yerine nöbete gönderen, sonra da “aç aç biletleri” satarak komutanlara kendini affettiren asker, şu sıralar;
“Mustafa Kemal’in askeriyim” diye ortalıkta dolaşan yılmaz özdil’den başkası değil…
*
Askerdeyken, gariban erlere nöbet tutturarak “kul hakkı” yemeye…
“Aç aç biletleri” satarak da tüccarlığa alışan özdil, görüldüğü üzere; bu meziyetlerini sivil hayatta daha da geliştirmişe benziyor.
Şimdilerde, nöbetle işi olmadığından “kul hakkına girme” fiilini “fikir hırsızlığı” yaparak sürdürse de…
Dipnotsuz ve kaynakçasız Mustafa Kemal kitapları satmaktaki hüneriyle, tüccarlıkta eline su dökecek yok!..
*
Şahsen!..
yılmaz özdil’i, tanesini 2.500 TL’ye sattığı 1881 adet özel basım “Mustafa Kemal” kitabı için eleştirmeyi doğru bulmuyorum.
Alım-satım, arz-talep dengesi içinde gerçekleşiyor…
özdil’in kimseye zorla kitap sattığı yok.
Hem ne demişler;
“Alan razı, satan razı!..”
*
Benim tek rahatsızlığım, özdil’in bitmek bilmeyen “aşırma”ları.  
Adam o kadar çok çalıyor ki, ben ikaz etmekten yoruldum, o çalmaktan sıkılmadı.
*
Esasında “fikir hırsızlığı”na, özdillerin mahallesinde sıkça rastlamak mümkün..
Hatta suçüstü yakalanıp, “fikir hırsızlığı”ndan tazminata mahkûm olan bile var.
Mesela;
2015 yılında hayatını kaybeden Milliyet yazarı Hasan Pulur“Berlin Abentblatt” gazetesinde Türkçe yazılar kaleme alan Nazmi Kavasoğlu'nun yazılarına dadanmıştı.
Pulur, Kavasoğlu’nun yazılarını internetten aşırıp aşırıp, olduğu gibi kendi köşesinde yayımlıyordu.
Olay patlak verdikten sonra,
İlk kez böyle bir vak’a ile karşılaşan Hamburg Mahkemesi, 6 kişilik bir yeminli tercüman ekibi kurdurup davaya konu olan bütün yazıları Almanca’ya tercüme ettirmiş….
Yazıları titiz bir şekilde inceleyen mahkeme heyeti, Pulur’u “intihal”den, tazminat ödemeye mahkûm etmişti..
*
İşte benim rahatsızlığım da tam olarak burada başlıyor.
Zavallı Hasan Pulur bir kişinin yazılarını aşırdığı için tazminata mahkûm olurken, eskinin “aç aç biletçisi” şimdinin “Mustafa Kemal Pazarlamacısı” özdil, neredeyse aşırmadık yazı bırakmadığı için, insan içine çıkmaması gerekirken, adam en çok okunan yazar olarak zirvelerde dolaşıyor.
Evet!...
Sizin de tahmin ettiğiniz gibi, bugün özdil’in nasıl bir “aşırmacı gazeteci” olduğunu örneklerle ispat etmek niyetindeyim.
*
özdil’in “fikir hırsızlığı” yaptığına dair ilk iddia, Akit gazetesi yazarı İbrahim Bekiroğlu’na aitti.
Bekiroğlu;
7 Şubat 2016’da yazdığı “Zağros mu, Doçka mı, Yazar Şov mu?” adlı makalesinde, “laik efe” dediği özdil’in, 02 Şubat 2016’daki “Zagros” başlıklı yazısını Urla Express adlı internet sitesinde, Aliye Bozkurt isimli yazarın “Tarihten Gelen Kuyruk Acıları Var” adlı makalesinden arakladığını iddia etmişti.
Merak edip iki yazıyı peş peşe okuduğumda, Özdil’in;
“Zagros” adlı silahın tarifini, Aliye Bozkurt’un yazısından birebir “arakladığı”nı görmüştüm.

*
Bu olayın üzerinden kısa bir zaman geçmişti ki, özdil ismi bu kez, 17 Mayıs 2016 tarihli;
Balyoz sanıklarından Amiral Cem Aziz Çakmak'ın kızının cezaevinde gerçekleşen nikâh törenini, sanki oradaymış gibi anlattığı  "hulusi bey" başlıklı yazısıyla gündeme gelmişti.
özdil, mahut yazısındaki bilgileri;
Vatan Gazetesi eski İstihbarat ve Haber Araştırma Servisi Müdürü Burak Bilge'nin "Babamı Beklerken" isimli kitabından “aşırmakla” suçlanıyordu.
Hatta!.
Bu konu hakkında açıklama yapan kitabın yazarı Burak Bilge;
“Türkiye'nin ‘saygın(!)’ yazarlarının dahi emek hırsızlığı yapması ne üzücü..." diyerek, özdil’in hırsızlık yaptığını bizzat kendisi itiraf etmişti.
Böylece;
“Beraber yürüttük biz bu yollarda” adlı bir kitap yazarak, güya Ak Partilileri “hırsızlık”la suçlayan yılmaz özdil’in aslında kendisinin iflah olmaz bir “emek hırsızı” olduğu kesinleşmişti.
*
Her neyse!..
İki örnekle yetinmeyecekler için, özdil’in  (ç)alıntılarını sıralamaya devam edelim:
Malumunuz;
34. Osmanlı Padişahı Sultan II. Abdülhamid Han’ın doğumunun 174. yılı münasebetiyle dönemin TBMM Başkanı İsmail Kahraman, 22-25 Eylül 2016 tarihleri arasında Dolmabahçe’de;
“Sultan Abdülhamid’i anma sempozyumu” düzenlemişti…
Söz konusu sempozyumun öncesinde ve sonrasında birçok tartışma yaşanmıştı.
Tartışmaların ayyuka çıktığı bu ortamda özdil, 22 Eylül’de;
“Abdülhamid”  başlıklı bir yazı yazmıştı.
Ünlü bir tarihçi edasıyla yazısını kaleme alan özdil;
“Abdülhamid’in bira, rakı ve şampanya fabrikaları kurdurduğunu…
Cennetmekan Sultan-ı  Sani Abdülhamid Han’ın “rom içtiğini” filan iddia ediyordu.
Doğrusu!..
Daha önce de “intihal” yaptığını bildiğim özdil’in kalibresini aşan bu yazıyı görür görmez;
“Acaba bu sefer kimden araklama yapmış?” diyerek, merakla arşivlere göz attım.
Çok fazla geriye gitmeden, yalnızca 6 ay önce, 13 Mart 2016’da Sözcü’de yayımlanan Soner Yalçın’ın bir yazısı gözüme ilişti.
Yazıyı okuduğumda ne göreyim?!..
Meğer özdil efendi oturmuş, Soner Yalçın’ın, Abdülhamid Han’a iftira atan bu yazısının özetini çıkarmış, onu da olduğu gibi köşesinde yayınlamış.
Soner Yalçın’ın 6 ay önceki yazısını okuyan Sözcü okurlarından hiç kimse de bu durumu çakmamış!..
*
Muhtemelen, bu fakirden başka kimsenin dikkatini çekmeyen bu “araklamacı gazetecilik” faaliyetinden yalnızca bir ay sonra, takvimler 27 Ekim 2016’yı gösterdiğinde, özdil yine bir tarihçi edasıyla;
“Kahramankazan” başlıklı bir yazı yazmıştı:
“Esenboğa isminin nasıl ortaya çıktığını…
“Timur ile Yıldırım Beyazıt arasında yaşanan Ankara Savaşını…
Savaş sonrası bozguna uğrayan Osmanlı Askerlerinin terk ettiği yemek kazanlarını…
“Kahramankazan” isminin o kazanlardan geldiğini...”
Anlatırken, yine kaynak belirtme ihtiyacı hissetmemişti.
Hâlbuki yazı;
Murat Bardakçı’nın 31 Aralık 2000 tarihli;
“Esenboğa, 600 yıllık bir hezimetin adıdır” yazısının tıpkısının aynısıydı.
özdil, bir kez daha “emek hırsızlığı”na tevessül etmişti.
Malum!..
Atalarımız;
Alışmış, kudurmuştan beterdir” derler…
özdil de çalmaya alışmıştı, bir kere…
***

özdil’in yaptığı bu “aşırma”dan sonra, yine kimseciklerin ses çıkarmadığını görünce dayanamamış;
28.09.2016’da, kendi bloğumda;
"yılmaz özdil; yazıyor ama çok çalıyor!.." başlıklı bir yazı yazarak, özdil’in yaptığı bu aleni hırsızlıklara, kendimce “dur” demeye çalışmıştım…
Fakat, özdil yine durmadı..
Hırsızlığa devam etti…
*
24 Ocak 2018 tarihli,  “Neler yapmadık şu vatan için… Kimimiz öldük kimimiz nutuk söyledik” başlıklı yazısında, özdil’in bir kez daha “intihal” yaptığını fark ettim.
özdil, bu kez de;
Hulusi Turgut’un, 1 Mart 2009 tarihinde, Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Apo’yu almaya muz tüccarları gitti” başlıklı yazı dizisine çöreklenmişti.
Üstelik buradan yaptığı alıntılarla üç yazı yazmıştı, fakat hiçbirisinde Hulusi Turgut’tan bahsetmemişti.
*
özdil’in yaptığı ve yine bu fakirin fark ettiği en çirkin “hırsızlık” eylemi ise, geçen yıl yaşanmıştı.
yılmaz özdil,
1 Şubat 2018'de, "Türk Tabipler Birliği" başlıklı bir yazı yazmış, terör örgütü PKK/PYD’yi destekler nitelikte açıklamalar yapan Türk Tabipler Birliği ile "dayanışma" içine girmişti.
Fakat ortada bir gariplik vardı.
1 Şubat günü, Sözcü gazetesinde yeni diye okuduğum yazı bana oldukça tanıdık gelmişti. Zira aynı yazıyı, 12 yıl önce Sabah gazetesinde de okumuştum.
İki yazının görsellerini yan yana getirdiğimde, özdil’in bu kez “hırsızlık”ta çığır açtığını fark ettim..
özdil, 12 yıl önceki yazıyı yeni diye hiç değiştirmeden yayımlamış…
Bizzat kendi kendini “intihal” ederek, “self plagiarism” denilen veokuyucuyu “aptal” yerine koymakla eşdeğer tutulan bir saygısızlığa imza atmıştı.
Buna rağmen, hiçbir özdil okuru, bu saygısızlıktan rahatsızlık duymamıştı.
*
yılmaz özdil’in yaptığı tüm bu “aşırmaları” niçin mi hatırlattım?
Hatırlattım, çünkü!..
Tarihçi yazar Halil Berktay, dünkü Star gazetesinde; hiçbir dipnot ve kaynakçası olmayan özdil’in son kitabı “Mustafa Kemal” ile ilgili yaptığı açıklamada, yılmaz özdil’in;
Selanik'teki Makedonya Devlet Arşivi'nde senelerce görevli olarak çalışan Vasilis Dimitriadis'in;
"Bir Evin Hikâyesi” isimli kitabından “aşırmalar” yaptığını açıkladı..
Anlayacağınız, huylu huyundan yine vazgeçmemişti.
özdil,
“on yılımı aldı” dediği Mustafa Kemal kitabı için dahi hırsızlık yapmaktan “haya” etmemişti.
*
Velhasıl!..
Yaptığı kısa dönem askerlikte bile nöbetlerini başkasına tutturan…
“Aç aç biletleri” satarak ise, ticareti öğrenen özdil, değil yazarlık yapmak…
Pazarda limon satsa bile, muhakkak silkeleyecek birkaç Kemalist kerize denk gelir!...

BİR İNTİHAL DAHA VAR: YILMAZ ÖZDİL: 5. GOL MUSTAFA KEMAL: HALİL BERKTAY

BİR İNTİHAL DAHA VAR: YILMAZ ÖZDİL: MUSTAFA KEMAL: HALİL BERKTAY

Halil Berktay'ın Star Gazetesi'nde yayınlanan açıklamasının 
Serbestiyet.com sitesindeki hali. 

http://serbestiyet.com/yazarlar/halil-berktay/ataturk-fetisizminden-ataturk-ticaretine-848342
Atatürk fetişizminden,
Atatürk ticaretine
Aşağıdaki kısa metni Star gazetesinin “Yılmaz Özdil’in 
2500 liralık Mustafa 
Kemal kitabıyla 
ilgili” görüşlerimi sorması üzerine yazdım ve dün, 
yani 25 Ocak 2019 (Cuma) 
tarihinde gazetenin 
Kültür-Sanat sayfalarında aynen yayınlandı. Serbestiyet 
okurlarına da sunuyorum.


26.01.2019 12:51




Halil-Berktay

Yaşarken ve Okurken
yazarlar@serbestiyet.com
@HalilBerktay

24 Ocak 2019] Bırakalım 2500 TL’lik yeni basımını; önce orijinali ve içeriğini 

konuşalım. 
Tek kelimeyle, bomboş. 
“On yıl üzerinde çalıştım, bütün kariyerimi koydum” dediğini öğreniyorum. 
Bırakın on yılı; on haftalık emek yok 
bu kitapta. Şu bir gerçek: son on yılda Atatürk efsanesi çok sarsıldı ve 
eleştirilmeye 
başladı. 
Yılmaz Özdil bundan rahatsız olmuş anlaşılan. Bunu “gençlerin zehirlenmesi” 
olarak görmüş ve tabuları 
koruma, kutsallıkları pekiştirme ihtiyacını duymuş. Güya araştırma yapmış ama 
tek bir dipnot veya başka 
tür referans mevcut değil. Bilgi, olduğu kadarıyla, hemen tamamen intihal (örneğin 
Vasilis Dimitriadis’in 
Mustafa Kemal’in Selanik’teki evine ilişkin monografisinden – Özdil üniversitede
 olsa, sırf bu yüzden hem çakar 
hem disipline verilir). Gerisi, olumluluk olarak gördüğü herşeyin abartılması, 
olumsuz olabileceğini 
düşündüğü herşeyin 
ise itinayla temizlenmesi. Gerçekler yok, efsaneler var. Özetle, bir tür iman 
tekrarından ibaret.
Şimdi bu içeriksizlik, bir de 2500 liralık bir süper-lüks basımla çıkıyor karşımıza. 
Çöpün üzerine 
esans püskürtmekle aynı mantık. Post-post-Atatürkçülük; yeni bir tür “hâtıra eşya”
 icadı. En zengin ve 
en hakiki müminler alıp oturma odalarının en mutena yerine koysun; böylece,
 faraza Ortodoks Hıristiyan 
evlerinin İsa ve Meryem ikonalarıyla süslü ibadet köşesine benzer bir mekân 
oluşsun. 
Herkes de görsün, 
gelip giden. “Bak ben ne kadar öz hakiki Atatürkçüyüm.” Tümüyle şekilci bir 
gösterişçilik. 
Zaten bir de 
kabalistik sembolizm arayışları eşliğinde çıkageliyor. Böyle sathî yakıştırmalara 
her yerde 
şaşıyor ve 
kızıyorum. Efendim, Çamlıca Camiinin dört büyük minaresi (1071 Malazgirt’ten 
mülhem) 
107.1 metre, kubbe 
açıklığı (İstanbul’un plaka numarasından mülhem) 34 metre, kubbe yüksekliği 
(popüler 72 millet deyiminden 
mülhem) 72 metreymiş. Müteahhit firma sadece uyumlu ve estetik açıdan 
doyurucu 
bir cami inşa edeceğine, 
tutmuş bunlarla övünüyor.
Onun gibi, Yılmaz Özdil’in kitabı da 1881 adet basılmış; 23 Ocak’ta (yani dün) 
saat 
tam 9:05’te 
satışa çıkarılmış. Muhtevanın kötülüğünü bu tür ambalaj trükleriyle  kapatmak 
istiyorlar. 
Vay. Huşû içinde kaldım, gönlüme ışıklar doldu... deyip koşarak bir tane 
almamız 
mı bekleniyor? 
Fakat korkarım ki tam da öyle. Bu noktada, totemistik çağlardan kaldığı 
izlenimini 
veren Atatürk 
fetişizmi, yüzde yüz Atatürk ticaretine dönüşüyor. 




30 Ocak 2019 Çarşamba

BİR İNTİHAL DAHA VAR: YILMAZ ÖZDİL BEY N'AABIYOSUNUZ! 4 OLDU SAYIN SEYİRCİLER!

BİR İNTİHAL DAHA VAR: YILMAZ ÖZDİL 3. KEZ VE YİNE BEHRAM KILIÇ'TAN ALMIŞ :)

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7667310&yazarid=249&tarih=2007-11-11

https://web.archive.org/web/20110104082609/http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7667310&yazarid=249&tarih=2007-11-11



11 Kasım 2007

Yılmaz ÖZDİL

 yozdil@hurriyet.com.tr 

Anında istihbarat


BAKIN, insansız uçak veya sentetik diyaframlı radar kullanmadan "anında istihbarat" veriyorum...

Bugün, Türkiye'de, Dünya Futbol Şampiyonası başlıyor. Salı günü de, milli takımımızın İngiltere ile maçı var.

*

Kadromuz şöyle...

*

Kaptan, Adem Püskül.

Sol ayağı yok. İngilizce öğretmeniydi, asteğmen olarak Şırnak'tayken, mayına bastı.

Defans, İsmail Temiz.

Sağ ayağı yok. Özel Kuvvetler'de uzman çavuştu. Bingöl'de mayına bastı. "Patlama oldu, havalandım, yere düştüğümde bir de baktım ki, botumun sadece bilek kısmı kalmış. Şu anda tek kramponum var, öbürünün nerede olduğunu düşünmek istemiyorum."

Santrfor, Ali Budak.

Sağ ayağı yok. Şırnak'ta mayına bastı. "Aslında sağ ayağımla vururdum topa, sağ bacağım gitti, sol ayağımla vurmayı öğrendim, mutluyum, kaç kişiye nasip olur ki milli takım forması..."

Sol açık, Rahmi Özcan.

Sol bacağı yok. Takımın gençleri, Oğuz ve Barış gibi, 16 yaşında... Sol bacağı doğuştan 30 santim kısaydı, 10 ameliyat geçirdi, protez takılması için, kestiler.

Kaleci, İlhan Elmalı.

Sağ kolu yok. Samsunspor'un altyapısında yetişti, Tanju Çolak ile oynadı, Yıldız Milli Takım'a seçildi, jeofizik mühendisi oldu, yüksek gerilim hattına kapıldı, sağ kolunu kaybetti. "Rakipler, olmayan kolumun tarafına vuruyor yetişemeyeyim diye, ona göre idman yapıyorum" diyor.

Orta saha, Ali Özduman.

Sol ayağı yok. Şırnak'ta mayına bastı. "İki ayağım varken, futbol oynamayı beceremezdim. Tek ayakla milli forma kısmet oldu. Annem, kalan tek ayağımı sakatlayacağım diye korkuyor, idmanda sakatlandığımda ona söylemiyorum."

Menajer, Uğur Özcan.

Sol ayağı yok. Askerliğinin bitmesine 15 gün kala, Şırnak'ta mayına bastı. Eski kaptanımız.

*

Ampute milli takımımız bu.

*

Ampute, el ya da ayağından birinin olmaması anlamına geliyor. Kanadyen yardımıyla oynanıyor. Kanadyen, bildiğin koltuk değneği.

Ampute futbol, bizde, 2003'te başladı. Silahlı Kuvvetler, gazilerimizden takım kurdu. Futbol Federasyonu, işe sarıldı... Şu anda 7 takımımız var.

Kurallar, hemen hemen aynı. Ama ofsayf yok. Yarı sahada oynanıyor. İki hakem yönetiyor. Kale, biraz ufak. Kaleci olman için, illa ki, kolunun olmaması lazım. Protezle oynamak yasak. 1 kaleci, 6 oyuncu, 7'şer kişiyle oynanıyor. 7 yedek. Sınırsız değiştirebilirsin. 25'er dakikalık 2 devre. Her devrede 1 dakikalık 1'er mola hakkın var. Mola, maçın sonuna ekleniyor. Top, aynı, FIFA standartlarındaki top.

İlk Dünya Şampiyonası, 2005'te Brezilya'da yapıldı. 2006'da Rusya'da... Ve, 3'üncü Dünya Şampiyonası'na Türkiye ev sahipliği yapıyor. "Bugün" Antalya'da başlıyor.

Brezilya, İran, Özbekistan, Ukrayna, Sierra Leone, Nijerya, Rusya, İngiltere, Gana, Liberya, Fransa, Hindistan ve Türkiye katılıyor.

Günde 5 maç. Eleme yok. Her takım, birbiriyle oynayacak. En çok puan toplayan iki takım, 22'sinde final oynayacak. İlk maçımız "salı günü" İngiltere ile... Favoriler, Sierra Leone ve Rusya.

*

Maçın galibi oluyor. Mağlubu olmuyor. Çünkü daima "yaşama sevinci" kazanıyor.

*

Başta, futbolcularımız... Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, Futbol Federasyonu Engelliler Koordinasyon Kurulu Başkanı Ömer Gürsoy, Türkiye Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Başkanı Demirhan Şerefhan ve ana sponsor Ülker Grubu olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür borçluyuz.

*

Ve, son not:

Her şeyi Roj TV'den beklemeyelim... Lütfedip kamera gönderelim.



***


İŞTE BEHRAM KILIÇ'IN AKSİYON DERGİSİNDE 1 SENE ÖNCE, 21 AĞUSTOS 2006 TARİHİNDE YAYINLANMIŞ YİNE BİR KAPAK DOSYASI


https://web.archive.org/web/20110102133620/http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-20536-38-tek-kramponlu-mill%C3%AEler.html


https://web.archive.org/web/20110102133620/http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-20536-38-tek-kramponlu-mill%C3%AEler.html


Tek kramponlu millîler

Behram Kılıç
Sayı: 611 / Tarih : 2006-08-21

Kalleş mayınlara inat futbolla hayata döndüler. Tek bacakları ya da tek kolları yoktu. Aksiyon, TSK'nın kurduğu Ampute futbol takımının kampına girdi.


Biri 'kramponumun öteki nerede bilmek istemiyorum' diyordu, diğeri 'mayına bastım hayatım değişti'. Bir başkası ise 'yürümeyi özledim' diye hayıflanıyordu. Ortak özellikleri Güneydoğu'da PKK ile savaşırken mayına basmak, sağ ya da sol ayaklarını kaybetmek olan bu insanları makus talihleri getirmedi bir araya. Güneydoğu'da 30 binin üzerinde şehit verdi bu ülke. Şehitlerin birçoğunun hayata gözlerini mayınlar kapattı. Niceleri de gazi oldu. Ama bazı gaziler cephede asker üniformasıyla ülkesine hizmet ederken mayınlara bastıktan sonra ay-yıldızlı forma ile tanıştı…

Ankara'daki Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon Merkezi'ne Güneydoğu'da PKK terörüne karşı savaşan gazilerden fiziken ve ruhen sıkıntı yaşayan askerler rehabilite amaçlı olarak geliyordur. Yıl 2003'tür. Merkezin komutanı Tabip Albay Prof. Dr. Kamil Yazıcıoğlu, orada askerlik vazifesini sürdüren beden eğitimi öğretmeni Orhan Asteğmen'e bazı ülkelerde İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gazilerin rehabilitesi için oluşturulmuş ve son zamanlarda siviller arasında da bir hayli yayılmaya başlayan 'ampute futbol'dan bahseder. Orhan Asteğmen'e, 'internetten bir araştır, kuralları neymiş öğren, biz de bir takım kuralım' diye emreder. Ve Türkiye'de Ampute Futbol böylelikle hayata geçer. Kural gereği futbolcuların bir bacağının, kalecilerin de bir elinin olmaması gerekiyor. Daha önce hiç futbol oynamayan bir avuç gaziyle kurulan takım kendi aralarında futbol oynamaya başlar. Artık hayata gülmeye başlayan gaziler, ilerleyen günlerde, bu sporun yurt çapında yayılmasını sağlamak, nice sakat insanın bu sporu tanıyarak evlerinden çıkmalarına katkıda bulunmak için resmi makamlarca bu sporun tanınmasını talep eder. Sözler alınır, ama bir türlü istenen adım atılamaz. Ta ki 2003 yılının Gaziler Haftası'na kadar.

19 Eylül'de Rehabilitasyon Merkezi'ni Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ziyaret eder. Gaziler, paşa için bir gösteri maçı yapar. Aytaç Yalman, oynanan oyundan çok etkilenir ve 'Çocuklar bir isteğiniz var mı?' diye sorar. Takım kaptanı Uğur gayet tok bir sesle, 'Komutanım resmi bir statümüzün olmasını istiyoruz.' der. Aytaç Paşa konuyu ertesi gün MGK toplantısında gündeme getirir ve Gençlik Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay'ın da gayretleriyle 9 Ekim 2003 tarihinde ampute futbol, Bedensel Engelliler Federasyonu bünyesinde resmiyet kazanır.

Bugün Türkiye'de yaklaşık 50 kişi ampute futbol oynuyor. TSK'nın Ankara'daki rehabilitasyon merkezi futbolcu yetiştirmede şu an neredeyse tek birim. Karagücü takımının yanı sıra Samsun ve Ordu'da da takım kurma çalışmaları var. 1998 yılından beri Dünya ve Avrupa şampiyonaları düzenleniyor. Bu şampiyonalara katılmak için milli takım da oluşturuldu. Takımımız geçen yıl katıldığı Dünya Şampiyonası'nda 5. oldu. Bu yıl şampiyona eylül ayında Rusya'da yapılacak. Aksiyon, teknik direktörlüğünü Fahir Genç'in yaptığı Türk Milli Takımı'nın geçtiğimiz günlerde Antalya'daki hazırlık kampına konuk oldu.

Fahir Hoca 2003 yılından beri zaman zaman kısa süreli ayrılıklar olsa da takımla beraber. Takım kurulurken bir iki gazi dışında daha önce futbol oynamış kimse yokmuş yanında. Hepsi sonradan öğrenmiş 'topun yuvarlak olduğunu'. Zamanla takıma içlerinde gazi olmayan, doğuştan ya da sonradan sakatlanan oyuncular da eklendi. Milli Takım şu an 18 oyuncudan oluşuyor. Bunların 9'u gazi, 9'u sivil.

İLK KURAL ACIMAK YOK

Türkiye'de bu sporu yapabilecek kaç kişi var bilinmiyor. "En büyük sıkıntımız o." diyor Fahir Hoca. Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon Merkezi'nin kendilerine oyuncu kaynağı açısından büyük destek verdiğini belirtiyor ısrarla. Rehabilitasyon Merkezi'nde kalan futbolcularla haftada üç gün antrenman yapıyorlar. Ancak bazı oyuncular farklı şehirlerde yaşadığı için onlarla kamptan kampa bir araya geliniyor. En büyük arzuları Ampute Futbol Ligi'nin kurulması.

Fahir Hoca bu işi gönüllü yapıyor. Motivasyonu üst düzeyde. Bunu gazilere bağlıyor. "Engelli olmalarına rağmen onlardaki aşk ve şevki görünce, bir şeyler başaracağımıza olan inancım arttı. Onlara yakın olma duygusu benim bu işe dört elle sarılmamı sağladı." diyor.

Engelli oldukları için onlara acımıyor. "Birinci felsefemiz bu. Acımak yok!" diyor. Oyuncularına her zaman şunu söylüyor: "Bu ülkeye verdiklerinizin karşılığını bu ülke size veremez. Acımakla hiç veremez. Ama şunu yapabiliriz. Size milli takım forması veririz. Siz geçmişte üniforma ile temsil ettiğiniz ülkenizi, bugün milli formayla temsil edersiniz." Ampute Milli Takımı ilk maçını 27 Mayıs 2004'te deplasmanda Ukrayna ile oynadı. Oyuncular çok heyecanlıydılar. Çünkü A Milli Futbol Takımı'nın giydiği orijinal Milli Takım formaları ile maça çıkıyorlardı. Burada Haluk Ulusoy'a da teşekkür ediyor Fahir Hoca. Son dönemde Futbol Federasyonu'ndan destek görmüşler. Orijinal formalar ve malzeme yardımı almışlar Federasyon'dan.

Elindeki oyuncu grubunun bu kategorinin en elit sporcuları olduğunu belirtiyor Fahir Hoca. Onlara ısrarla sporcu kimliğini ön plana çıkarmalarını söylüyor. İki sene içinde bu yolda hayli mesafe kat ettiklerini dile getiriyor. Türkiye'de bir ligin olmaması en büyük sıkıntıları. Yeterince oyuncunun olmayışı, yeterince hazırlık maçı yapamamaları da sıkıntı. Rekabet olmayınca istenilen başarıya ulaşmak bir hayli zaman alıyor. Bu yüzden Fahir Hoca ve ekibi milli takımı mümkün olduğu kadar sık bir araya getirmeye çalışıyor. Genelde iki aylık periyotlarla toplanıyorlar.

ÇOĞU DAHA ÖNCE FUTBOL OYNAMADI

Oyunculardaki psikolojik değişimlerle ilgili görüşlerine de başvuruyoruz Fahir Hoca'nın. Somut bir olay anlatmıyor bize. Ancak gözlemlerini söylüyor. Oyuncularının 2004'teki konumlarıyla bugünkü durumlarını karşılaştırdığında; davranış biçimi, motivasyon, mevcut halleriyle barışık olma gibi temel konularda önemli mesafeler aldıklarını belirtiyor.

Peki bir ayağı olmayan futbolculara nasıl antrenman yaptırıyor? "Antrenmanlar futbolun temel felsefesinden farklı değil. Futbolun tüm öğelerini burada da kullanıyorsunuz. Teknik, taktik, fizik... Farklı olan ilk unsur koltuk değnekleri. Oyuncular koltuk değnekleri sayesinde yürüyor. Koltuk değnekleri vücutlarının bir uzvu gibi. Ona adapte olma, onunla birlikte hareket etme bir koordinasyon işi. Ama bu konuda rehabilitasyon merkezi çok büyük bir katkı sağlıyor. Onları rehabilite ederken koltuk değnekleri ile özdeşleştiriyor." Fahir Hoca, gazileri futbola adapte etmekte zorluk çekmemiş; ama sakat kalmadan önce neredeyse hiç futbol oynamayan bir oyuncu topluluğuna futbolu, hem de sakat kaldıktan sonra nasıl öğretmişti? Kendisini dinliyoruz: "O süreç içerisinde herkes kendi yeteneğine göre, kendisinin bu işe odaklanması doğrultusunda bir gelişme gösterdi. Belki teknik açıdan zorlukları vardı; ama en zor açı taktik anlayıştı. Yani saha içerisinde pozisyonları bilme, pozisyonlardan pozisyonlara geçebilme, hamle zamanlamaları, savunma ve atak organizasyonlarında ne zaman nerede duracağını bilme gibi futbola özgü temel taktik prensiplerinde birtakım sıkıntılar meydana geldi. Bunları hâlâ aşabilmiş değiliz." Sıkıntılardan bir tanesi de sağlamken sağ ayağını kullanan, ancak bu ayağını kaybeden oyuncuları sol ayakla oynamaya alıştırmak.

KIRAN KIRANA ANTRENMAN

Ampute futbolda normal futbolda olduğu gibi belirgin bir sistem yok. Fahir Hoca da 6 oyuncusunu sahaya bazen 2-2-2, 2-3-1, 3-3 gibi farklı dizilişlerde sürüyor. Ofsayt kuralı yok. Bir maçta yedeklerle beraber 14 futbolcu görev yapıyor. Oyuncu değiştirme hakkı aynen basketbolda olduğu gibi sınırsız. Fahir Hoca her futbolcuyu her mevkide oynayabilecek şekilde hazırlamaya çalışıyor. Ancak çok teknik oyuncuları ayrı tutuyor. Maçlarda az gol atılıyor. Bu kalelerin küçük olmasına bağlanıyor. Oyuncular kişisel performanslarının elverdiği ölçüde çalım atıyor, kafa vuruyor, uzaktan şut çekiyor, hatta topuk pası bile veriyor.

Ampute Milli Takımı'nın bir antrenmanına da şahit oluyoruz. Futbolcular antrenman kıyafetlerini giyerken birbirlerine yardımcı oluyorlar. Kaleciye üç kişi yardım ediyor. Fahir Hoca önce tüm oyuncularını bir araya toplayarak onlara bir konuşma yapıyor. Konuşmasının ana teması kötü alışkanlıklar. Sonra düz koşuyla antrenman başlıyor. Sakatlıkları süren oyuncular takımdan ayrı çalışıyor. Ardından kaleciler ayrılıyor. Şut çalışmasına tabi tutuluyorlar. Futbolcular ise dağıtılan yelekleri giyerek iki takım oluşturuyor, sonra da taktik bir takım varyasyonlar deneniyor. Fahir Hoca antrenmanı sık sık durdurarak oyuncularına yapmaları gerekeni anlatıyor. İlerleyen bölümde tek kale maç yapılıyor. Burada futbolculardaki hırs doruğa çıkıyor. Ve antrenman hafif tempo koşuyla sona eriyor.

Fahir Hoca, Aksiyon üzerinden halkımıza ve yetkililere sesleniyor. Medyadan, gönüllü kuruluşlardan destek beklediklerini belirtiyor. G.Saray ve Beşiktaş'ın bedensel engelliler basket takımı kurduğunu hatırlatıyor ve onlardan futbola da el atmalarını istiyor. Hatta F.Bahçe'nin 100. yılında bir takım kurarak bir ilki gerçekleştirmesinin şık olacağını düşünüyor.

Ampute Milli Takımı'mız eylül ayında Rusya'da yapılacak Dünya Şampiyonası'na katılacak. Hedef geçen yıl elde edilen 5.likten daha iyi bir dereceye ulaşmak. 2007 Dünya Şampiyonası ise Antalya'da gerçekleştirilecek. Umarız yakın bir gelecekte Ampute Futbol Ligi kurulur. Ve TSK'nın bünyesinden çıkan bu spor tüm Türkiye'ye yayılır. Hatta 2007 yılında Türkiye Dünya Şampiyonu olur.


AMPUTE FUTBOL NEDİR?

Ampute futbol 2. Dünya Savaşı'ndan sonra gazilerin rehabilitesi için ortaya çıktı. Bu oyun bir bacağı sakat sporcuların kanedyen (koltuk değneği) kullanarak oynadıkları bir futbol oyunu. Kalecilerin bir kolunun sakat olması şart. Ampute futbol aynı zamanda Engelli Olimpiyat Oyunları sporlarından bir tanesi. 1998 yılından beri dünya şampiyonaları düzenleniyor. Saha, uzunluğu 55-70 m, genişliği 30 ile 60 m arasında halı, sentetik zemin veya normal çim zemin olabiliyor. Penaltı 7 metre mesafeden atılıyor. Saha çizgilerinin kalınlığı 12 cm'yi geçemiyor. Kale 2,20 metre yükseklikte ve 5 metre genişlikte. Bir takım 2 kaleci ve 12 oyuncudan kuruluyor.


UĞUR ÖZCAN: Çiftçilikten milli takım menajerliğine

Uğur Özcan takımın kuruluş aşamasından hemen sonra ekibe katılan oyunculardan. 5 Ağustos 1994 yılında askerliğini bitirmesine 15 gün kala Şırnak'ta mayına basarak sol ayağını kaybetti. GATA'ta tedavi oldu. Daha sonra Afyon'a evine gitti. Çiftçilik yapmaya başladı. Aradan 10 yıl geçtikten sonra bel ağrıları sebebiyle TSK Rehabilitasyon Merkezi'ne geldi. Orada tedavi sırasında Albay Kamil Yazıcıoğlu ona takımda oynamaması için teklifte bulundu. O güne kadar futbolla hiç ilgisi olmayan Uğur, bu teklifi kabul etti. Üç yıl futbol oynadı. Kaptanlık yaptı. Sonra futbolu bırakarak takımın menajerliğine başladı. Uğur, "Şu an Allah'ıma şükür bu futbol sayesinde çok yol kat ettim. İnsan içine girdim. Birçok insanla tanıştım. Tüm arkadaşlarıma spor yapmalarını tavsiye ediyorum." diyor.


ADEM PÜSKÜL: Öğretmenliği bıraktı

Halen takımın kaptanlığını yürütüyor. Ampute futbola ilk başlayan ekipten. Askerlikten önce İngilizce öğretmenliği yapan Adem, yedek subay olarak Şırnak'ta görevde bulunduğu 10 Ekim 2002'de mayına basmış ve sol ayağını kaybetmiş. Rehabilitasyon Merkezi'nde protez takmışlar Adem'e. Ama öğretmenliği yürütememiş. Protezdeki en ufak bir arıza üç ay toplumdan ve işinden koparıyormuş onu. "Nihayetinde burada bir malzeme kullanılıyor. Bu malzeme yeri geliyor kırılıyor, eskiyor, kilo alıyorsunuz, zayıflıyorsunuz, doku travması yaşıyorsunuz. Öğretmenlik yürümedi." diyor Adem. Beyni uzun süre ayaksızlığı kabullenmemiş: "Bazen ayağınız var sanıyorsunuz, basıyorsunuz. Geçen aylarda Samsun kampında bunu yaşadım. Adım attım, sıra sol ayağıma geldi. Basmaya kalkıştım ama ayak yoktu. Düştüm. Zihin bazen bu ayak varmış gibi sinyaller gönderiyor."

İSMAİL TEMİZ: Özel Kuvvetler'den özel bir takıma

Takımın oyuncularından biri de Özel Kuvvetler'de Uzman Çavuş olarak görev yaparken 14 Nisan 2001'de Bingöl'ün Genç ilçesinde mayına basan İsmail Temiz. O günü çok iyi hatırlıyor İsmail. "Bir patlama oldu. Kendimi havada buldum. Yere düştüğümde ayağımın hafiflediğini hissettim. Ayağımda sadece botumun boyun kısmı kalmıştı." İsmail Çavuş takımın ilk kuruluşunda teklif aldı. Ancak o zamanlar sıcak bakmadı. Çünkü 12 yıldır yaptığı askerlik hizmeti sırasında ailesine yeterince vakit ayıramamıştı: "İki çocuğumun doğumunda bile bulunamamıştım. Hem dinleneyim hem onlara vakit ayırayım dedim. 1 yıl geçtikten sonra da ampute futbola başladım". İsmail çavuş takımda defans oynuyor. Güneydoğu ile ilgili haberleri yakından takip ediyor. Arkadaşları hâlâ orada. İsmail Çavuş, "Bir kramponumuz var. Diğerinin nerde olduğunu bilmek istemiyoruz." diyor. "Biz kendimizi o yönde konsantre ediyoruz. Diğer ayağımız da kolumuz bizim. 50 dakika tek ayağının üzerindesin. Bu normal futboldan daha yorucu. Her yiğidin harcı değil. Daha önce futbol oynamadım. Bütün engelliler spor yapabilir. Yeter ki insanın beyni özürlü olmasın".


RAHMİ ÖZCAN: 10 defa ameliyat oldu

16 yaşındaki Rahmi, takımda Oğuz ve Barış ile birlikte en genç oyunculardan biri. Doğuştan ayağı 30 cm kısaydı. 10 defa ameliyat oldu. Ancak ayağı bir türlü uzamadı. Doktorlar daha sonra protez yapmak için ayağını kesti. Özcan'ın Ampute Futbol Takımı'na katılış hikayesi takım arkadaşlarından farklı: "Lisedeydim. Arkadaşlarla top oynuyordum. Beden eğitimi hocam Ampute Futbol Takımı'nın varlığından bahsetti. Araştırdım. Menajerimiz Uğur Ağabey'in telefonuna ulaştım. Aradığımda Brezilya'ya Dünya Şampiyonası'na gitmek üzereydiler. Dönüş için sözleştik. Ve takıma katıldım". Takımda sol açık oynayan Rahmi'nin ailesi de onun futbol oynamasından bir hayli memnun.


İLHAN ELMALI: Tanju'yla futbol oynadı

İlhan, Jeofizik mühendisi. Takımın sivil oyuncularından. 1997 yılında Giresun'da işletme mühendisliği yaptığı fabrikada yüksek gerilim hattına kapılarak sağ kolunu kaybetti. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özellik ,geçmişte amatör olarak futbol oynamış olması: "Samsunspor'un altyapısında oynadım. 1980 yılında Yıldız Milli Takımı'na seçildim. Tanju ile birlikte idmana çıktım. Orta saha oyuncusuydum". İlhan, elinden sakatlandığı için kurallar gereği kaleci olmuş. "İlk önce kaleci olmayı yadırgadım. Ancak daha sonra neden olmasın dedim. Yıllarca kalecilere gol atmaya çalışmıştık. Şimdi onların yaptığı hataları yapmayacaktım." İlhan forvetlerin kesik kollarına doğru topa vurduğunu ve kendilerinin antrenmanlarda daha çok bu açığı kapatacak çalışmalar yaptıklarını anlatıyor.

ALİ BUDAK: "Yeniden doğmuş olduk."

Ali de takımdaki asker oyunculardan. 07.02.2002 tarihinde Şırnak'ta mayına basarak sağ ayağını kaybetti. İki ameliyat geçirdi. Ayağındaki enfeksiyon engellenemeyince bacağı diz altından kesildi. GATA'da protez takıldı. "Yeniden doğmuş olduk. İnsan yeniden yürümesini, yeniden merdiven çıkmasını, yeniden koşmasını öğreniyor." diyor Ali. Normal yaşantısında da futbol oynuyordu. Ama her zaman sağ ayağıyla. "Sol bacakla nasıl oynarım diye düşünüyordum. Komutanlar 'becerirsin' dediler. İlk birkaç gün çok zor geçti. Sol bacakla pas veremiyordum. Topa vuramıyordum. Hatta korkmaya bile başlamıştım. Ya ayağım kırılırsa diye. Ama sonradan alıştım. Önce topa vurmayı öğrendim, sonra pas vermeyi". Ali şimdiki halinden oldukça memnun. "Dünyada kaç kişiye nasip olur Milli Takım forması?" diyor. "Askerde üniforma ile hizmet ediyorduk şimdi milli forma ile hizmet ediyoruz. Yine ülkemizi temsil ediyoruz". Ali'nin ailesi ilk başlarda onun futbol oynamasına karşıydı. Ailenin en büyük korkuları ya öbür ayağına da bir şey olursa. Bana, 'Ali bak protez takıldı, yürüyorsun. Oynamana gerek yok' diyorlardı. Ama birkaç kez gazetede fotoğrafımı görünce kamplara gitmeme ses çıkarmamaya başladılar. Hatta babam, "Oğlun nereye gitti?" diye soranlara gururla "Milli Takım'a gitti." diye cevap veriyor."

AHMET ALİ ÖZDUMAN: İki ayakla koşmayı özlüyor

"İki ayakla koşmayı özlüyorum" diyor Ahmet Ali Özduman. "Nasıl bir şey olduğunu da unuttum" diye ekliyor. 27 Ağustos 2001'de Şırnak'ta mayına basarak ayağını kaybetti. 2002'de TSK rehabilitasyon merkezinde Albay Kamil Yazıcıoğlu'nun tavsiyesiyle bu spora başladı. Trabzon'lu Ahmet'in ayağını kaybetmeden önce futbol'a hiç ilgisi yoktu. "Futbol oynamayı beceremezdim. Genelde arkadaşlar yıkar geçerdi beni. Ama şimdi oynamaya başladım. Başlangıca göre bugün çok iyi bir noktadayım". Ahmet takımda stoper olarak oynuyor. Annesi futbol oynamasına üzülüyor. Yaptıkları bir gösteri maçında sakatlandığını gören kardeşlerine 'sakın anneme bunu söylemeyin' diye tembih ettiğini hatırlıyor. Nişanlısı da ayrı kaldıkları için onun futbol oynamasına pek sıcak bakmıyor.
2006-08-21
Behram Kılıç